Amaçsızlığın Tragedyası: “Hedda Gabler”

Sema Elcim

Ne zaman evleniriz? Bize rahat bir yaşam sürdürmeyi kesin olarak kafasına koymuş biriyle karşılaştığımızda mı, yoksa artık evlenme ve çocuk sahibi olma yaşının sınırlarına yaklaştığımızda mı? Peki, sürekli ve sonsuza kadar aynı kişiyle birlikte olmaya dayanabilecek miyiz? En kötüsü de aslında ne bir anne ne de eş olmak istemiyor ve canımız çok ama çok sıkılıyorsa… Ve bir skandaldan ölesiye korkuyorsak? O zaman kurtuluş belki de, dünyada sadece kendi isteğimizle yaptığımız cesur bir davranış olarak ölümdür, üzerine güzelliğin parıltılı ışığı düşen bir şey…

Aristokrat bir ortamda yetişmiş, güzel, iddialı, dik duruşlu bir kadının, pek de isteyerek yapmadığı evliliği sonrasında, tutkularının etkisiyle sürüklendiği trajik öyküsü (1)

Hedda Gabler, döneminin sıra dışı ve yenilikçi oyun yazarı Henrik Ibsen’in en güçlü, aynı zamanda kusursuz bir psikolojik derinliğe sahip karakterlerinden biri. Karakterin adıyla anılan oyun, bu sezon Tiyatro Pangar yapımı olarak, Mehmet Birkiye rejisiyle seyirciyle buluşuyor. Yönetmeni, oyuncu kadrosu, sahne düzeni, dekor ve ışık sistemi, hatta tanıtım görselleri ile de iddiasını ortaya koyan Hedda Gabler, bu sezonun en çok konuşulacaklarından biri olma yolunda.

Oyunu seyrederken,  yazıldığı dönemde üzerine çektiği tepkilerin ve günümüzde hala bir döneme ait olmayıp, zamansız olarak değerlendirilip sahnelenmesinin sebeplerini kolayca görüyorsunuz. Metnin çağdaşlaşmaya yatkın yapısının yanında, Birkiye’nin konuyu güncellemede ve karakterleri yeni boyutlara taşımadaki hünerleri de göz ardı edilemez.

Oyun Hedda ve akademisyen kocası Jörgen Tesman’ın altı aydan fazla süren balayı seyahatlerinden dönmeleriyle başlıyor. Yeni evli çifti, özenle döşenmiş evlerinde Jörgen’nin fedakâr halası Juliane Tesman ve hizmetçi Berte beklemektedir.  Juliane Hala’nın tabiriyle, “birçok talibi olan ve herkesin hayran olduğu” gelinleri Hedda Gabler, el üstünde tutulmalı, her şey ve herkes ona layık olmalıdır. Fakat Hedda’nın sahnede göründüğü andan itibaren, bunun o kadar da kolay olmayacağı anlaşılır. Ibsen’in tabiriyle, “Yirmi dokuz yaşında bir kadındır. Yüzü ve davranışları zarif ve asildir. Teni donuk ve pürüzsüzdür. Çelik grisi gözlerinde soğuk, berrak bir ifade vardır. Saçları güzel, kumral, ancak fazla gür değildir. Üstünde şık, ancak bolca bir sabahlık vardır.” (2)

Burjuva Konvansiyonunun Yüksek Duvarlarını Tırmalayan Bir Kadın!*

Hedda’nın sert ve küstah karakteriyle ilk anda sarsılan seyirci, bir yandan amaçsız bir özgürlük arzusu, diğer yandan sıkı sıkıya bağlı olduğu yüksek standartlar ve “insanlar ne düşünür?” prangası altında yaşayan, yaşı daha fazla geçmeden istemediği bir evliliği yapmayı seçen,  mutsuz, tatminsiz bu kadının trajik öyküsüne şahit olur.

Kadın üzerinde yüzyıllardır devam eden baskı ve onun yarattığı sıkışmışlıktan kaynaklanan dönüşüm, Kafka’nın ünlü eseri Dönüşüm’de Gregor Samsa’nın bir sabah böcek olarak uyanması gibi bir gecede olmuyor elbette. Hedda Gabler, belki de doğduğunda bu dönüşümün çoktan bir evresindeydi zaten.  

Zavallı Gregor, herkes tarafından görünen bir çirkinliğe ve tuhaflığa bürünürken, Hedda’nın gösterişli güzelliğinin gölgesindeki ruhunda oluyor olanlar.

Hedda’nın geldiği nokta ve dönüştüğü yapıda, elbette güçlü bir karakter olan general babasının disiplini altında, her zaman aranan güzel ve genç bir kadın olarak yaşaması, dahası hiçbir zaman bir anne ve eş olmak üzere yetiştirilmemiş olmasının etkisi büyük. 

Bir Başka Ibsen Klasiği; “Nora Bir Bebek Evi”

Hedda Gabler, Ibsen’nin kendisinden yirmi bir yıl önce yazdığı benzer dertlerden muzdarip Nora’nın aksine, tüm gücüne ve imkânlarına rağmen onun cesaretini gösterip, konforlu alanını terk edemez. Karar verme ve çözüme ulaşma aşamasında çok daha naif bir karakter olan Nora kadar kararlı ve cesur değildir.  Oysa her ikisi de kendi kaderini belirleme, özgür birer birey olma, yani kendini gerçekleştirme noktalarında kadının evrensel ve zamansız krizlerini yaşar. Yine de Hedda, kendini bulma mücadelesinde, Nora gibi çocuklarını ve kocasını, yani tüm hayatını geride bırakmaktansa, hayatı tümden bırakmayı seçer. Yaşadığı buhranları ve can sıkıntısının acısını çevresindeki insanları birer zavallı haline getirmekle çıkarır. 

Kocasının Karısı Olmak Yerine, Babasının Kızı Kalmak!

Jörgen Tesman, Hedda’nın iç dünyasını tamamen serbest bırakacak, müdahale dahi edemeyecek, buna karşılık karısını dış dünyada sarıp sarmalayacak ve ona “layık” olduğu hayatı yaşatacak bir kocadır görünürde.

Hedda’nın korunaklı bir vahşiliğe sahip iç dünyası, hamile kalması ile lüks ve aktif sosyal hayatı ise Tesman’ın hedeflediği kariyere ve paraya hemen ulaşamayacağının anlaşılmasıyla balayı dönüşü büyük bir sarsıntı geçirecektir.

Bu sırada şehre geri dönen Ejlert Lövborg, Hedda’nın romantik, serseri ve özgürlük ideallerinin bir suretidir. Daha önce kimsenin dizginleyemediği bu eski sevgilinin, Thea Elvsted gibi “silik” bir kadın tarafından kontrol altına alınıp ehlileştirilmesi, Hedda’da bu çifte karşı hayranlıkla karışık bir kıskançlık ve bozguna uğratma isteği uyandırır. Her ne kadar istediği olsa da, Ejlert’in ölümü, Hedda’nın arzuladığı gibi “güzel” değil, hatta biraz utanç vericidir.

Hâkim Brack ise Hedda’yı belki de en iyi tanıyan, geçmişte onun dehlizlerinde çok defa gezmiş, güçlü bir adam, gerçekleşmesini arzu ettiği “üç köşeli ilişki” için, bu vahşi kadını şantaj tehdidiyle kontrolü altına almayı deneyecek kadar da kararlı biridir. Seyirci Hedda’yı Brack ile baş başa kaldığında daha iyi analiz etme şansı bulur.

Avusturalya ve Amerika’da Cate Blanchett; Türkiye’de Demet Evgar…

Hedda Gabler rolünde Demet Evgar, oyunu alıp sonuna kadar tempoyu ve merakı düşürmeden taşıyor. Karakterin psikolojisini, açmazlarını ve zaaflarını ise son derece özümsemiş olduğu, kendinden emin oyunculuğundan seyirciye yansıyor. Burada Oscar ödüllü oyuncu Cate Blanchett’ın da, 2004’te Sydney ve 2006’da Brooklyn’de Hedda Gabler rolünde sahneye çıktığını eklemek isterim.

Tuğrul Tülek tecrübesinde bir oyuncu için, Hedda’nın “mütevazı” kocası Jörgen Tesman, canlandırması zor biri olmuyor. Tülek, karakterde kendine has bir sempati yaratıyor ve silah koleksiyonu olan ve onları kullanmaktan asla çekinmeyen bir kadının, eski terliklerine ve halalarına kalpten bağlı kocası rolünde, seyirciyle duygusal bir bağ kurmayı başarıyor. Bunda, eserin Patrick Marber uyarlamasından Beliz Güçbilmez’in çevirisi ve Mehmet Birkiye’nin oyuncularına sunduğu karakter açılımlarının da etkisi var. Jörgen Tesman, Tuğrul Tülek yorumunda, Ibsen metninde hayalinizde belirenden çok daha anlaşılabilir biri hale geliyor.

Yeşim Koçak Mrs. Elvsted rolünde göz doldururken, Osman Karakoç, Nazan Diper ve Tolga Çiftçi, oyunculuklarıyla üzerlerine düşeni yapıyor. Hizmetçi Berte rolünde ise Merve Satılan, hemen hemen tüm oyun boyunca elinde cep telefonu ile sahnede bulunuyor ve Hedda’nın her anının gözlendiği ve kaydedildiği vurgusunu yapıyor.  

Gamze Kuş’un Hedda Gabler için seçtiği kostüm, bende hayal kırıklığı yarattı. Oyunun tek kostümle geçmesi ve bunun Hedda’nın gösterişli kadın tavrına pek de uymayan bir seçim olmasına bir anlam veremedim.  Ibsen’in de özellikle belirttiği gibi, ilk sahnede Evgar’ın salona bir sabahlıkla girmesini tercih ederdim.

Birkiye’nin oyuna güçlü katkılarından biri olarak karakterlerin nevrotik iç dünyalarını yansıttığı anlarda Cem Yılmazer’in ışık tasarımı başarılı geçişler sağlıyor, Çağrı Beklen’in müzik seçimleri duyguları harekete geçiriyor.

Dekor, etkileyici! Sahne ortasına yerleştirilmiş üçgen çatılı ferah ve aydınlık ev konstrüksiyonu, Hedda’nın sıkıntılı ve karanlık iç dünyası ile bir tezat oluşturuyor. Duvarda açılan şömine detayı güzel. Evin iç yerleşiminde, geçmişteki sahnelemelerden farklı olarak, derinlikte mekânı bölmek yerine, bahçe ve salon kullanımı olarak iç ve dış dünya hedeflenmiş. Bu seçim yüzünden, son sahnede birbirine paralel yürüyen iki ayrı diyaloğun tek ortamda gelişmesi ile durum bir parça karikatürize ediliyor ki, bu da trajik sonu biraz hafifletmek adına rejinin bir tercihi olarak yorumlanabilir.

Kaynakça:

(1) Henrik Ibsen Toplu Oyunlar 2 – Mitos Yayınları

(2) Variety 2006 – David Rooney

****

Tuğrul Tülek’e oyunla ilgili sorular yönelttik…Yanıtlarını okurlarımızla paylaşıyoruz:

Hedda Gabler’de yer alma sürecinizi anlatır mısınız?

Tuğrul Tülek – İnanılmaz heyecan veriyor bu sezon Hedda Gabler’de oynamak. Uzun zamandır olmadığım bir biçimde sahnedeyim. Bir klasikte rol almak, Mehmet Birkiye ile çalışmak, beni yönettiğim işten daha fazla heyecanlandırdı bile diyebilirim. Çok mutluyum Hedda’da oynadığım için. Demet’le uzun zamandır birbirimizi takip ediyor ve birlikte çalışmak istiyorduk. O da, ben de çalışmayı çok seven insanlarız. Nasıl yaparız diye düşünürken, nihayetinde Hata Yapım Atölyesi’nde çalışmaya başladık ve bir süre sonra hızımızı alamayıp Tiyatro Pangar’la Kediler Bataklığında okuma tiyatrosu çalışmasını yaptık. O süreçte çok rahat ve uyumlu çalışabildiğimizi gördük. Ardından Hedda Gabler için Demet, Tesman’ı oynamak isteyip istemeyeceğimi sordu. Elbette, zevkle kabul ettim bu teklifi.

Hedda Gabler metnini okurken, Jörgen Tesman gayet sevimsiz ve derhal kurtulunması gereken bir karakter olarak belirmişti kafamda. Ama sizin yorumunuzda, empati yapabileceğimiz birine dönüşüyor. 

Tuğrul Tülek – Okul yıllarında Ibsen’in Hedda’sını okuduğumda da, Patrick Marber uyarlamasını okuduğumda da, benim kafamda beliren Jörgen, sizinkine benzer bir yapıdaydı. Bakalım nasıl yapacağım diye düşünürken, Mehmet Birkiye’nin yönlendirmesi devreye girdi. O provayı hiç unutamam, bir sahne çalışıyorduk ve Mehmet Birkiye, kalıplardan çıkarıp öyle bir şeye dönüştürdü ki rolü, o andan sonra çok özgür ve mutlu hissettim kendimi. Hiç tahmin etmediğim kadar keyif alıyorum şu anda bu karakteri oynarken.

Aynı sezona hazırlanan iki oyunun provaları aynı dönemde yapıldı mecburen. Nasıl geçti bu süreç, zorlandınız mı?

Tuğrul Tülek – Yönetmenliğini yaptığım Aşk Geçmişim oyununu geçen sezonun sonunda çıkartmayı planlamıştık, fakat olmadı, yetişmedi. Ağustos ayında başlayabildik provalara. Diğer taraftan Hedda Gabler’de oynamaya da karar vermiştim. Böylece provalar aynı döneme denk geldi.  Ben güne Hedda Gabler’le başlayıp, Aşk Geçmişim’le bitiriyordum. Oyunların birbirinden çok farklı yapıda olmaları iyi geldi bana. Hedda Gabler’le başlayıp Antigone’yle de bitirebilirdim, düşünsenize! 

 

 

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku