Ayşenil Şamlıoğlu “Kozalar”ı ve Avignon’u Anlattı…

Didem Boy

Hangimiz kendi kozamızı örüp içinde güvenli bir şekilde yaşamayı istemeyiz ki? Hele şu günlerde… Acaba sandığımız kadar güvenli mi o kozalar? İnsan kendi kozasına kendini hapsedince orada yok olup gitmez mi günün birinde? Avignon Festivali’nde prömiyer yapan “Kozalar” oyununu, metnin yazarı Adalet Ağaoğlu’nu, ekibi ve dönüş macerasını oyunun yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu ile konuştuk.

fft99_mf7312163Kozalar, nereden başlamak istersin?
Demet Evgar “Ayşenil seninle birlikte çalışmak istiyorum, oyun Kozalar” dediğinde çok şaşırdım çünkü “Kozalar”ı seneler önce İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda yapmıştım. Adalet Ağaoğlu ile aramda hiç unutamayacağım bir diyaloğun kurulduğu, beni çok heyecanlandıran bir projeydi. O zamanki birinci perde “Kozalar” ikinci perde “Ölüler Konuşmak İsterler” şeklinde bir konseptti, tek başına Kozalar’ı yapsam daha farklı bir kurguya giderdim ama iki farklı yazarın oyunu olunca farklı yürümek durumunda kaldım diye bir konuşmam vardı Adalet hanımla. Demet “Kozalar istiyorum” deyince tabii bir an durdum…

Sesini duymuş gibi sanki…
Yani sanki Adalet Ağaoğlu’na verdiğim sözü yerine getirecek olmak, ona ifade ettiğimi gerçekleştirecek olmak beni heyecanlandırdı. Pangar Tiyatro, Demet Evgar’ın seçimleri hiç ticari olmayan ve de bir özel tiyatronun kolay kolay altından kalkamayacağı prodüksiyonlar. Bir özel tiyatronun  “Macbeth”, “Kral Lear” yapması kolay değildir. Bu nedenle de hep başka gözle baktığım bir tiyatro olmuştur. Dolayısıyla Demet’ten böyle bir önerinin gelmesi beni çok heyecanlandırdı.

1

Sonrasından süreç nasıl işledi?
Sonrasında “kastı oluşturalım, provaya girelim, ne zaman daha verimli olur” derken Demet “Ayşenil, Avignon’a müracaat edelim diyorum” dedi. Avignon ile bağlantılar kurulmaya başlandı. Göknur Gündoğan ve Ani H. Pekman bu serüvenin lokomotifliğini yaptılar, festivalle temas adına. Gerekli belgeleri gönderdik ve kabul edildiniz yanıtını aldık.

Havalara uçtunuz.
Havalara uçtuk tabii. Ama bir özel tiyatro için oldukça yüklü bir rakam gerektiriyor Avignon’a gitmek. Gerçi sponsorluk yapacak firmalar için çerez parası… Büyük bir firma böyle bir işin sponsorluğunu üstlense, vergisinden düşse, onlar için nedir? Hiçbir şey. Demet elinde dosyayla gerçekten ismini vermeyeceğim pek çok yere gitti ama hep eli boş döndü. Kendi kendime bir kez daha bu ülkede sanatın gerek devlet gerek sermaye tarafından bu kadar az desteklendiği bir ortamda hala sanat yapılabiliyorsa biz sanatçılar gerçekten…

kapak

Don Kişot’sunuz.
Don Kişot’uz. Demet Evgar’a büyük saygı duydum. Bu kadar genç yaşında, böyle büyük bir yükün altına tek tabanca girebilmek herkesin harcı değildir. Gerçekten kalabalık bir ekiple yola çıktık. Çok iyi bir sahne ayarlandı Avignon’da. Tuhaf bir yarışın içine giriyorsunuz orada. Benim ilk defa içinden geçtiğim bir deneyim çünkü sahne sabah 10.30’dan başlayıp gece 01.00’e kadar oyunlara pay edilmiş durumda. İki saatiniz var ve bu iki saat içerisinde sahne kuracaksınız, oynayacaksınız ve toplayıp çıkacaksınız ki sizden sonraki ekip gelecek. Bu da “tiyatro zamana karşı yarıştır” gibi cümlelerin birebir karşılığı oluyor.

Ses, ışık falan da mı dahil bu iki saate?
Her şey. Tabii ona göre plan yapıyorsunuz. Çok seri hareket etmek üzere ona göre toplayıp sökecek bir ekip gerekiyor.

Bu da insan gücü demek…
Oradan size eleman veriliyor ama bir kişi ışık bir kişi de dekor için. Geri kalanı size ait. Bir başka heyecan da hiç şüphesiz orada prömiyer yapmak. Yani burada prömiyer yapmış, bir sezon boyunca oynamış, yerleşmiş bir oyundan söz etmiyorum.

Bu daha mı zor, daha mı kolay?
Çok zor çünkü sahne size ait değil. Bir gün prova günü veriyorlar sonra bütün ekiplerin birlikte tek bir genel prova. İkisinin arasında dört gün var. Hemen ardından da başlıyorsun. Benim prömiyer yaptığım oyunlarda her zamanki ilkem en az beş genel prova yapmaktır. Bugüne kadar en az yaptığım genel prova sayısı üçtür. Bu kadar şeyin üzerine bir de prömiyer heyecanını düşünürsen…

unnamed (4)

Hem de tanımadığınız bir seyircinin karşısında…
Evet, hem de tanımadığınız bir seyircinin karşısında yaşıyorsunuz bu heyecanı. Hem benim için, hem oyuncular için, hem de bütün ekip için başka türlü bir sınavdı. Yüz akıyla bir sınav verdik, bu konuda kapsamlı paylaşımı oyunu Zorlu’da oynamadan öncesine saklamayı uygun görüyoruz. Özetle söylemek gerekirse bizden önce ve bizimle birlikte Avignon’da yer alan ülkemiz sanatçıları, ışık ve yol arkadaşı oldular bize. Uzun bir aradan sonra yazarı başta olmak üzere her şeyiyle yerli bir oyunla Avignon’da yer almaktan büyük mutluluk ve onur duyduk.

O zaman yeri gelmişken okurlar için sorayım. “Avignon In” nedir, “Avignon Off” nedir?
Avignon In; Avignon’da festival davetlisi, festivalin seçtiği ekiplerin geldiği ve o ekiplerin aynı zamanda yarıştığı bir alandır. Avignon Off ise  ayrı bir seçici kurulla değerlendiriliyor. Buradaki ekipler yarışma kapsamında değiller, sayıları Avignon In’dekilerden daha fazla ve Avignon’daki çok sayıda tiyatroyu paylaşmış durumdalar. Bir tiyatronun beş ila sekiz ekibi ağırlayarak gittiği bir alan. Ama gene yanlış anlaşılan bir şey var, Avignon Off  Avignon In’den daha değersiz değildir. Elma ile armudu aynı kefede tartmaya benziyor bu.

Groteski de buraya mı kurguladın?
Zaten Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı metin gerçek üstü ve benzetmeci tiyatronun dışına çıkan bir metin. 70’lerin Brecht’in bile sahnelerde çok az sayıda verimli oyunun var edilebildiği yıllar olduğunu düşününce, Adalet hanıma saygım daha da artıyor. O kadar değerli bir yazar ki… Bugün eğer ben bir yönetmen olarak ikinci kez Adalet Ağaoğlu’nun bir metniyle seyirciyle buluşuyorsam, bu o yazara duyduğum büyük saygının ötesinde; o yazarın bu kadar yıldır var olan ve bundan sonraki yıllarda da -ne yazık ki- etkisini hiç kaybetmeyecek bir konuyu ele almış olmasındandır.

unnamed (3)

40 küsur yıldan sonra hala…
Hala aynı şeyleri konuşuyoruz ve korkarım ki hala konuşacaklar. Yani benden sonrada birileri hala aynı şiddeti, derdi dile getiren bu metni ele alacak. Dünya akıllanmıyor çünkü. Bizim oyuna dönecek olursak, seyirciyle şahane bir buluşma oldu. Fransızların entegrasyon dediği şey tabii ki yabancıların çok derdinde.

Entegrasyon derken?
Yani orada yaşayan Türk nüfusun entegrasyonu. Çok kapalı kutu halinde kendi kültürüne dönük yaşayıp hiçbir şeyin içine katılmıyorlar. O kadar çok şaşırdı ki festival yetkilileri; “ilk defa burada yaşayan, burada işçi olarak çalışan Türk seyirci profilini festivalde görüyoruz” dediler.

Bu neyin karşılığı sence?
Bir defa dördümüzde oradayız. Çok iyi tanıdıkları, zaten televizyondan takip ettikleri üç star isim, ben de sevdikleri bir oyuncuyum. Bir anda akın akın gelmeye başladılar. Bir de şöyle bir şansımız oldu; tiyatronun girişinde onlara ait bir evi kiraladık. Dolayısıyla bizim bütün teknik ekibimiz o binada konakladı. Daha önce yaptığım oyunlardan mutlaka bilirsin, ben ağır makyajlar kullanırım. Bu da uzun bir zamanı alır. İki saat arayla, ekiplerin deli gibi hazırlık yaptığı ortamda kulisimiz de o ev oldu. Oyun çıkışı da makyaj silmeden önce, seyirciyle sohbete oturuyordu oyuncular, tiyatronun avlusunda. Oyun haliyle seyirciyle birlikte olmak çok daha lezzetli oldu. Nasıl özlemle sarıldıklarını gördüm. Çok hoş tepkiler aldık. Bazıları ilk defa tiyatro seyretmişler.

Fransız seyirciyle tepkilerde farklar var mıydı?
Tabii ki Fransız seyircinin yaklaşımları onların reaksiyonlarından daha farklıydı. Onlar daha başka noktalardan görüyorlar. Bu kadar keskin bir konunun böyle ironik anlatılıyor olması, rinin kendi toplumlarında da var oluşu, oyunun temasının ifade etmek istediğinin kendi toplumlarıyla buluştuğu yerleri görüyorlar. Terör Fransa’yı vurmadan önce oynamış olsaydık bu oyunu mutlak daha farklı tepkiler alırdık.

Yine oyunu bilmeyenler için sorayım; “Kozalar” özetle ne anlatıyor?
En kestirme ifadesi; “kurduğum güvenlikli ortamından çıkmadan yaşar, hiçbir şeye karışmazsam benim başıma hiçbir şey gelmez. Eğer birilerinin başı derde giriyorsa bir şeylere karıştıkları içindir” diye düşünenleri konu alıyor. Kendini korumaya yönelik önlemleri sıraladığında kendini sağlamda hisseden, toplumda var olan sorunlara mesafeli ve duyarsız kalan, kendi ördüğü kozasında kendi kurtuluşunun mümkün olduğunu zannedenler bilsin ki o koza giderek kalınlaşır ve…

unnamed

Örümcek ağının arasında yok olur gidersin…
Ve mutlak sana da dokunur o ‘ben dokunmuyorum, bana dokunmazlar” dediklerin. Sırası gelince sana da dokunur.

Bugünün Türkiye’sinde böyle düşünenler var mıdır?
Bence var. Düşün ki Fransız seyirci de “bizim toplumumuzda bile hala böyle düşünenler var” diyor. Ben vazgeçtim Türkiye’den… Zaten böyle olduğu içindir ki birtakım sorunların üstesinden el birliğiyle gelemiyoruz.

Avignon dönüşü hissettiklerin neydi?
Şahane bir ekiple çalıştım ben. Bir defa şahane üç oyuncu… Demet Evgar, Binnur Kaya Esra Dermancıoğlu. Üç tane zırdeli –ben hep öyle diyorum onlara- benimle birlikte hareket halinde. Birlikte enerji yumağı falan değil enerji santrali oluşturuyorlar. Onları yönetmekten keyifli ne olabilir ki… Son derece eğlendiğimiz bir iş oldu. Bizim o yaşadığımız keyifli ve güzel prova sürecinin sonucu bu işte. Siz güzellikleri yaşıyorsanız, sonuçta da lezzetli bir şey çıkıyor ortaya… Çünkü orada sahne üstündeki insanlar lezzetli.

Kim bu lezzetli isimler?
Dekor-Kostüm Tomris Kuzu, ışık tasarımı Cem Yılmazer, Koreografi Candaş Baş, Müzik Tuluğ Tırpan. Candaş oyuncunun bedeninden hareketi nasıl çıkaracağını çok iyi bilen bir koreograf, Tuluğ ise gördüğüm en hızlı üreten ve oyunun nabzını süratle tutan kompozitör, ekiple birlikte okuma yapılırken yarattı müziği. Tomris gerçekten çok iyi kostümler tasarladı, Cem Yılmazer ise bir büyücü. Oyunun ses tasarımını Okan Yalabık yaptı; ben Okan’la oyuncu-yönetmen, oyuncu-oyuncu olarak çalışmayı hayal ederken ses konusunda çalıştım. İnanılır gibi değil. Bu hiç aklımın ucundan bile geçmeyecek bir şeydi. Benim için büyük sürpriz. Bu noktaya gelmişken şunu ifade edeyim; Demet’in seçtiği ekip tam anlamıyla bir altın vuruştu.

unnamed (5)

Teknik ekip dahil…
Elbette, şahane bir teknik ekip ve yönetmen yardımcısı eşlik etti bana. Bu benim yükümü büyük oranda hafifletmiştir. Çünkü kast dediğiniz şey işin yarısı. Yani şükür ki cennete düştüm. Bu durumda yönetmen olarak ben de haz duyarak arkama yaslandım. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Başta Demet Evgar olmak üzere “Kozalar”ı var eden tüm ekibe binlerce teşekkür, şükran diyorum.

Oyun sezonda burada devam, değil mi?
Tabii devam edecek. Zorlu PSM’de seyredeceğiz.

Şunu değiştiririm, teknik anlamda ya da seyircinin nabzına göre burayı böyle kurgularım dediğin bir yer var mı?
Yok, asla değil. Sadece zamanı düşünerek kestiğimiz yerleri tekrar yerine koyacağız.

Böyle bir metinden, oyundan ve Avignon’dan döndüğün gün, Türkiye’de bir darbe girişimi yaşanıyordu….
Şimdi daha vahim olan şey şuydu; bir akşam önce Nice’deki terör saldırısı olayını duyduk. Hepimiz çok üzüldük. Refleks olarak oyunlar durdurulur, ulusal yas ilan edilir diye düşündük. Avignon Fesstivali ertesi gün bir bildiri yayınladı ve tam tersine sanatın ve varoluşun durdurulamayacağını göstermek üzere devam…

Ne kadar farklıyız değil mi?
Yani bu noktada da insan özlemini duyduğu cümleler ve tavırla karşılaşmış oluyor. Bir de aklıma geldi; sahneyi bulmak üzere geldiğimde Avignon’dan Marsilya’ya giden trende twitter’dan Brüksel Havaalanı’nın bombalandığı haberini almıştım. Hatta kızlara “geçen sefer böyle olmuştu, bu kez yine Marsilya’ya geçerken Nice bombalanması haberi geldi” dedim. Tüyler ürpertici bir durumdu bunu hatırlamak. Neyse, uçak İstanbul’a indi, çok şükür memlekete geldik dedim ki darbe ile karşılaştım.

Kötü bir tesadüf olmuş… Çok teşekkür ederim sohbet için. Merakla bekliyoruz oyunu.    

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku