Cansu Fırıncı yazdı: “Biz Tiyatrocuyuz, ‘Tuzu Kurular’ Değil”

editor

Cansu Fırıncı’nın Bianet’te yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz:

Biz Tiyatrocuyuz, “Tuzu Kurular” Değil

Eskiden aileler evlatlarının tiyatrocu olmalarını istemezdi. Tiyatroculuk, oyunculuk fukaralıkla, işsizlikle, açlıkla malûldü çünkü. Kolumuzda bir altın bilezik bulunmalıydı.

Memur olmalıydık, düzenli maaşı, iş garantisi vardı. Hakim, savcı, polis olmalıydık. Mimar, mühendis, pilot, hekim. Tiyatro yapma, demiyordu ailelerimiz bize, üniversite oku, bir meslek sahibi ol, gerçek bir işin olsun, sonra yapacaksan hobi olarak yine yap.

Gerçek bir meslek değildi tiyatroculuk, oyunculuk, ailelerimize göre. Bir hobiydi olsa olsa.

Üniversiteye hazırlananlarımızdan biri oyuncu olmak istediğini söyleyince kızılca kıyametler kopar, vazgeçirmek için her yol denenir, karalar bağlanırdı, aileleri sanat bilinci taşıyan, durumu görece iyi olan, bu bakımdan şanslı olan çok azımızın dışında.

Haksız da sayılmazlardı. Toplumun yakından tanıdığı, bildiği, sevip bağrına bastığı oyunculardan pek çoğu son günlerini yokluk içinde geçirmişti.

Oynadıkları yüzlerce filme, tiyatro oyununa rağmen. Üstelik, televizyon çok kanallı döneme geçmiş, filmler bir o kanalda bir bu kanalda defalarca veriliyorken.

Kanallar gösterdikleri filmlerden reklâm gelirleri elde ediyor, yapımlar kanaldan payını alıyor ama filmleri çekenler, yazanlar, oynayanlar, dekorunu, ışığını, sesini, rengini yapanlar bir kez aldıkları ücretlerle kendi emeklerini defalarca ekranda seyrediyorlardı.

Ailelerimiz gibi. Çoğunun bu durumdan haberi yoktu o yüzden sanatçıların müsrif yaşamına veriyor, iyi kazançlarını yetiremediklerini düşünüyordu ‘lükslerine’. Kimi de bu duruma bir anlam veremiyor, şaşırdığıyla kalıyordu hazin sonlara, iç burkan görüntülere.

Star sistemi ve astronomik rakamlar

Sonra işler değişti. Ekranlardan, gazetelerden gözlere sokulan pırıltılı hayatlar, şatafat, lüks, sınıf atlama özlemi doğurdu ‘sıradan’ insanlarda. Star sisteminin içinde kazanılan astronomik rakamlar bir yanılsama yarattı.

Her tiyatrocu, oyuncu, ‘dizici’, ‘sinemacı’ astronomik rakamlar kazanıyor sanılmaya başlandı. Ve cümle değişti. ‘Bizim çocuğumuz da oyuncu olsun.’

Hatta bu kısa yolla iyi bir yaşama kavuşma istediği çocuklar için edilen bir temenniyi aştı ve yetişkinlerin kendilerine de sıçradı. Figüran ajanslarına kayıtlı birkaç yüz bin figüran bunun kanıtı.

Elbetteki ajanslara kayıtlı olanların tamamı ‘zengin olma’ hayali ile dolup taşıyor değil, işsizlikten ya da emekli maaşının yetmemesinden dolayı gündelik kazancını kazanmaya çabalayanlar da var ama hâkim olan psikoloji bu.

Oysa sinema ve dizi sektöründe durmadan göze sokulan, yaşamları magazinle sürekli pompalanan, astronomik rakamlar kazananların sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Oyuncuların birçoğu meslek yaşamları boyunca ortalama bir kalifiye işçi aylığından daha fazlasını kazanmıyor.

Kamera arkası emekçilerinin güvencesiz, esnek çalışma koşulları sonucu elde edebildikleri gelir de öyle.

Dizilerde, sinemalarda gördükleri ‘tanınmış simalar’a tiyatro oyunlarında da rastlamaya başlayınca, toplumun bakış açısındaki bu yanılsama sahnelere de yansıdı. Hem diziden kazanıyorduk, hem sinemadan, hem sahneden.

Bir elimiz yağda bir elimiz baldaydı.

Biz tuzu kurulardık.

Seyircimiz dışında güvencemiz olmadan…

Oysaki gerçek bambaşkaydı. Evvela milyonlarca liralık bütçesi, tüm olanakları, iş ve maaş garantisiyle tiyatro yapan, 150 TL’ye mal olan bileti 15 TL’ye satan devletin karşısında, kendi olanaklarımızla açtığımız sahnelerimizde, seyircimiz dışında hiçbir güvencemiz olmadan tiyatro yapanlar, bizlerdik.

O tarafta kira derdi, elektrik derdi, su derdi, personel maaşı derdi, sigorta derdi, tanıtım derdi yoktu. Devlet karşılıyordu.

Bizde bunların hepsi dert, değil masraftı. O taraf, böyle düşünmediğini ve davranmadığını bildiklerimi tenzih ederim, tiyatro sezonunu Kasım’da açıp Nisan sonunda kapatmak istiyordu, çünkü aynı maaşı alacaktı yıl boyu, bizse 12 ay tiyatro yapmanın yollarını arıyorduk.

Hem tiyatroyu memuriyetin sırtımıza yüklediği bir ‘görev’ olarak değil, kamusal bir görev olarak gördüğümüzden, hem de ancak ürettikçe ve seyirciyle buluşturduğumuz kadar bir ekonomik değer yaratabildiğimizden.

KDV, Gelir Vergisi, Stopajla birlikte kazancımızın yarısını devlete verdiğimiz halde. Kira, faturalar, personel maaşları, sigortalar, yapım maliyetleri, yevmiyeler kazancımızın yüzde sekseninden fazlası etmesine rağmen. Bir sezon bitip de yeni sezona başlamadan önce çekmek zorunda olduğumuz banka kredilerinin haricinde.

Tiyatro oyuncularının çoğu yevmiyeli çalışır. Yani gündeliğe. Teknik personelin önemli bir kısmı da öyle. Salonsuz topluluklar genelde tüm masraflar çıktıktan sonra kalan parayı bölüşür, salonlu tiyatroların bir kısmı da öyle. Çoğumuzun ek işleri vardır. Garsonluk gibi, anketörlük gibi.

Bizler işletme değiliz

Elbette tüm iş kollarında olduğu gibi kimimiz daha düzenli, daha iyi kazanır. Daha çok emek veriyordur, daha disiplinlidir yahut yalnızca ve yalnızca daha şanslıdır.

Evet, içimizde gerçekten şöhreti tüm ülkeye yayılan, oldukça iyi kazananlarımız da var. Ama durmadan pompalandığı gibi bunların hepsi kazancını kişisel zenginleşme, ‘lüks’ için kullanmıyor.

Yat alabilecek, ikinci arabasını yahut bir daireyi daha ‘envanterine’ katabileceği halde tutuyor tüm yatırımını bir tiyatro sahnesi yaratmaya yatırıyor mesela. Tiyatro oyunlarının yapımlarını üstleniyor, meslektaşlarına rol vererek iş sağlıyor, personel istihdam ediyor.

Şöhret sahibi olmayanlarımız da yapıyor bunu. Ama büyük ama küçük bir salonu ayakta tutmak, toplumu tiyatroyla buluşturmak için harcıyor tüm emeğini ve kazancını.

Bizler ticaret yapmıyoruz. İşletme değiliz. Salonlarımızdan, tiyatrolarımızdan kazancımızı yeninden tiyatro yapmak için kullanıyoruz.

Ne sahnelerimiz ne de topluluklarımız birer zenginleşme aracı değil. Biz tiyatroyuz. Hem tiyatronun kendi estetiğine dair araştırmalar yapıyoruz hem de toplum adına ve zaman zaman da topluma rağmen, insanlığı ileriye taşıyabilmek adına durmaksızın eleştiri görevimizi yerine getiriyoruz.

Sanat meta üreticisi değildir

Bizler ticari değil kamusal varlıklarız. Ticari hiçbir meslek tanımını kabul etmiyoruz. Genelde sanat, özelde tiyatro meta üreticisi olarak tanımlanamaz. Genelde sanatı, özelde tiyatroyu paranın belirlemesini reddediyoruz.

Tüm bu koşullara rağmen, bütün çabamızla ürettiğimiz oyunlarımızdan devlete milyonlarca liralık kaynak oluşturmuşken, pandemi nedeniyle durdurulan faaliyetlerimizden doğan ve sonuçları yıkıcı olacak olan bu süreçte kaderimize terk edilmeyi ya da göstermelik çözümleri reddediyoruz.

Devlet ve dolayısıyla Kültür Bakanlığı, “sermaye” kesimlerine kaynak aktardığı gibi, tiyatroya da gerçek ve adaletli, bu süreç normale dönene kadar hiçbir salonun kapanmayacağı, hiçbir topluluğun dağılmayacağı, hiçbir tiyatrocunun aç ve açıkta kalmayacağı, ödenemez borç yükleriyle karşı karşıya bırakılmayacağımız bir destek paketi açıklamakla mükelleftir.

Sanatçı sanatıyla konuşmalıdır zihniyetinin, salonlarımız artık kapalı olduğuna göre bu görüşü öne sürenlerce de geçersiz olduğunu düşünüyor ve kendimiz için talep ettiğimiz her şeyi halk için de talep ediyoruz.

CANSU FIRINCI

Kaynak: http://bianet.org/bianet/sanat/223203-biz-tiyatrocuyuz-tuzu-kurular-degil

*Görsel: Pixabay. 

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku