Çeyrek yüzyılı aşkın süredir varlığını koruyan bir topluluğumuz var: “Tiyatro Anadolu”

Figen Şentürk

Tiyatro Anadolu Genel Sanat Yönetmeni Süleyman Karaahmet ile Eskişehir’de keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. 

Tiyatro Anadolu ülkemizde 26 senedir varlığını sürdüren ilk ve tek profesyonel üniversite tiyatrosu olarak tarihe imza atıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Tiyatro Anadolu, ilk olarak 1993-1994 sezonunda, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü bünyesinde kuruluyor.  Buradaki amaç, kampüs hayatı içerisinde öğrencilerle birlikte nefes alan ve Anadolu Üniversitesi’nin kültürel zenginliğine yakışacak profesyonel bir tiyatronun temellerini atmak. Çalışılan oyunlar, 1999 senesine kadar belli aralıklarla, seyircisiyle buluşuyor. Bu süreç içerisinde, bir yandan da kurumsal bir tiyatronun alt yapı çalışmaları sürdürülüyor ve 1999-2000 sezonuna gelindiğinde düzenli perdelerini açan bir tiyatro biçimine kavuşuyor Tiyatro Anadolu. O zamandan bu güne değin de, aralarında Haldun Taner, W. Shakespeare, Güngör Dilmen, Aziz Nesin, C. Marlowe, J.W. Goethe, Memet Baydur, F. Dürrenmatt, A. Çehov ve Orhan Veli’n de olduğu,  yerli ve yabancı birçok yazarın, toplamda kırkın üzerinde eseri, Tiyatro Anadolu’nun sahnesinde seyirciyle buluşmuştur. Yılda ortalama beş bin seyirciye ulaştığımız düşünülürse, bu geçen yıllar içerisinde, yüz binin üstünde insana, tiyatro yoluyla temas imkânı bulmuşuz demektir. Eskişehir’e gelip üniversite eğitimini tamamladıktan sonra ülkenin dört bir yanına dağılmış ve zamanında hayatlarına küçük bir dokunuşta bulunduğumuz binlerce insanın olduğu bilmek, profesyonel bir üniversite tiyatrosunun varlığının en önemli ve en güzel yanlarından birisi.   

Varlığınızı nasıl bir yapılanmaya dayandırıyorsunuz?

Tiyatro Anadolu, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Oyunculuk Bölümü mezunlarından oluşan profesyonel bir topluluk. Aynı okuldan farklı zaman dilimlerinde yetişmiş oyuncuların bir arada bulunması, Tiyatro Anadolu’nun varlığının özünü oluşturuyor. Eskilerin deyimiyle, aynı kurumun tedrisatından geçmek, oyuncular arasındaki ortak dili yaratırken, her yıl kadroya yeni mezun arkadaşların eklemlenmesi de, tiyatroyu her daim genç ve gelişmelere açık kılıyor. Bu, başka üniversitelerin oyunculuk mezunlarına kapımız kapalı demek değil tabi ki. Bu tür katılımlar, artık sağlam temellere oturmuş böyle bir tiyatroyu daha da geliştirir ve zenginleştirir.           

Repertuvarınız oluştururken neyi ilke ediniyorsunuz? Oyun seçerken hangi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? 

Bizim, tiyatro olarak, oyun seçimlerindeki en önemli kıstasımız, o oyunun üst cümlesinin ne olduğu ve o cümlenin, bizim aktarmak istediklerimizle, daha amiyane tabirle, dertlerimizle örtüşüp örtüşmediğidir. Her iyi eserin, elbet bir iletisi var. Bizim için önemli olan, o iletinin evrensel boyutu ve bizim onu nasıl yorumlayıp, aktaracağımız. Bu noktada aynı çatı altında birlikte soluk alıp vermenin önemi çıkıyor ortaya. Tiyatro Anadolu’da hiçbir zaman, kimseye  “Bu yıl şu oyunu oynayacağız, senin rolün de bu” denmemiştir. O sezon oyunlarının neler olacağı, yoğun tartışmaların sonunda ortak kararlar doğrultusunda belirlenir. Sonrasında ise oyuncular kendilerine şu soruyu sorar: “Bu oyuna nasıl katkıda bulunabilirim?” Bu katkı, bazen oyunda oynayarak, bazen reji kısmında yer alarak, bazen de oyunun teknik kısımlarında çalışarak olabilir. Kurum dışından profesyonellerle, reji ya da tasarım konusunda çalıştığımızda da aynı ilke geçerlidir. Ekipten birileri mutlaka o tasarımcının asistanlığını üstlenir. Genel Sanat Yönetmeni’nin işlevi ise, bu işleyişin teknik olarak doğru yürümesini sağlamaktır. 

Çehov’un öykülerinden uyarlayıp geçen sezondan bu yana seyirciyle buluşturduğunuz ‘’Hayat Böyledir İşte’’ adlı oyunun çalışmasına başlarken, farklılık ve özgünlük adına neler yaptınız? Bizlere biraz oyundan bahseden misiniz?

Bu oyunda karşımıza çok büyük bir isim çıkıyor: Anton Çehov. Oyunun sahnelenmesi sırasında bu edebiyat devinin gölgesi altında olmak, bir yandan işimizi kolaylaştırırken, bir yandan da sırtımıza ağır bir görev yükledi. Çehov’un hem dilinin hem de vermek istediği mesajın evrensel boyutu o kadar güçlü ki, metne nereden yaklaşırsanız yaklaşın, sizi hep aynı sokağa çıkartıyor: gündelik yaşam içerisinde sıradan görünen insanların, aslında pek de sıradan olmayan hikâyelerine. Biz bu hikâyelere, başka bir usta ismin, Neil Simon’ın, Çehov uyarlaması olan “Sevgili Doktor” oyunundan da belli bölümleri ekleyerek, hepsini bir çatı altında toplamak istedik ve ortaya “Hayat Böyledir İşte” isimli kabare çıktı.

Bunca tür içerisinde derdinizi niye “Kabare” ile anlatmak istediniz? 

Çünkü bu, epizotlardan oluşan müzikli taşlama türünün, kendi hayatlarının başrolü olamamış insanların hikâyelerini aktarırken kullanılacak dile ve Çehov’un ince komedisine çok yakışacağını düşündük.  Her bölüm içerisinde farklı bir hikâye anlatılıyor ve her hikâye de aynı sona çıkıyor; büyük dertler içerisinde boğulurken, küçük dertleriyle uğraşan insanların düştükleri durumlara. Çalışmaya başlarken, biz Çehov’un sözlerini kendi iletimizle nasıl harmanlarız diye düşünüp, oyunun parçalarını da birleştiren bir “Haberler” konsepti oluşturduk. Bütün oyun boyunca, her epizot bir haber başlığına dayanıyor. Oyunda anlatılan her bir hikâye de, o haberin içeriğini oluşturuyor. Aslında diyoruz ki, gözümüzün ucuyla, şöyle bir bakıp geçtiğimiz birçok haberin özünde, aslında gerçekte ne yaşadıklarını bilmediğimiz insanlar var; haydi onların hikâyelerine bir kulak verelim. 

Oyuncu kadronuz yıllardır var olan bir geniş kadro mu, yoksa dar bir kadro ile mi oyun çıkarıyorsunuz?

Yıllar içerisinde elbet belli değişimlere uğradı kadromuz da. Birçok oyuncu arkadaşımızın, ağabeyimizin yolu geçti Tiyatro Anadolu’dan. Bu insanların hepsi de, mutlaka bir şeyler bıraktı kendilerinden tiyatroya ve onu zenginleştirip, daha da geliştirerek yürüdüler kendi yollarına. Şu an on kişilik bir oyuncu kadromuz var. Artı teknik personelimiz. Azlık, çokluk görece bir kavram; beraberinde neye göre, kime göre sorularını getirir. O yüzden, kadromuzu “yeterli” olarak ifade etmek daha doğru geliyor. Neye yeterli? Bir arada yeni bir şeyler üretmeye.  

“Tiyatro Topluluğu” bilinci oluşturmak.. Bu anlamda Tiyatro Anadolu Türkiye’deki bütün üniversitelerden farklı bir çalışma yapıyor. Bundan bahseder misiniz biraz; profesyonel üniversite tiyatrosundan?

Akademik eğitim alanları olan üniversitelerin, öğrencilerine düzgün bir sosyal ortam sunmaları çok önemli. Bu konuda çok şanslı hissediyoruz kendimizi çünkü Anadolu Üniversitesi gibi değerli bir kurumun kampüsünde konuşlanmış bir tiyatroyuz. Anadolu Üniversitesi demek, aynı zamanda kampüsün içerisinde Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin, kendi Senfoni Orkestrasının, Tiyatrosunun, Halk Dansları Topluluğunun, gene kendi Sinema salonunun olması demek. Aynı şekilde, tiyatro gösterileri, konserler, film festivalleri, sergiler demek; ki bunlar sanatsal ve sosyal faaliyetler olarak ilk aklıma gelenler. Mesela üniversite, 18 Ekim-09 Kasım arası gerçekleştirilecek çok önemli bir festivale, Anadolu Üniversitesi Uluslararası Tiyatro Festivali’ne hazırlanıyor. Bir “Bilimsel Araştırma Projesi” olarak, Rektörlüğün büyük desteği ve Devlet Konservatuarının organizasyonu ile gerçekleşecek festivalde, Anadolu Üniversitesi yerli ve yabancı on tiyatro ekibini ağırlayacak kampüste. Ayrıca on söyleşi ve on atölye çalışması da festival programının kapsamı dâhilinde. Demem o ki, böyle bir kampüs içerisinde soluk alıp veriyorsanız, hem işiniz kolaydır, çünkü zaten iyi bir seyirciniz var demektir; hem de işiniz zordur, çünkü bu seyirciniz sizden daima iyi bir şeyler beklemektedir.  

 

Bir rol model konumu taşıdığınız için şöyle bir soru yöneltmek istiyorum. Üniversite Tiyatro toplulukları ile ilgili neler düşünüyorsunuz? 

Çok önemliler tabi ki. Tiyatro kimin hayatına dokunursa önemli bir iz bırakıyor. İyi bir seyirci de olabilirsin, hayatının bir döneminde tiyatro yapmış birisi de. Ya da bu sanatı meslek de edinmiş olabilirsin. Bu notada önemli olan şu: sen tiyatroya dokunduğunda, o da sana dokunuyor. Bana göre tiyatro hayatın aynası değil, ihtimallerin bir provasıdır. Yani, yaşamdaki bütün olasılıkların, uygulamalı etüt edilebildiği bir yerdir.  Özellikle de üniversitelerdeki amatör tiyatro topluluklarında. Burada amatör kelimesini özellikle kullanıyorum, çünkü bu kötü değil, tam tersine sınırsız bir özgürlük alanı yaratan bir kelime. 

Peki sizinki gibi profesyonel topluluklar için ne söylersiniz?

Bizimki gibi bir yapının, profesyonel bir üniversite tiyatrosunun, oluşumu ile ilgili başka üniversitelerde de belli çalışmalar yapıldı; fakat tam bir başarı sağlanamadı. Neden olmasın ama diyoruz biz. İleride olacaktır da. Sonuçta denenmiş ve yirmi altı yıl boyunca sürmüş bir örneği var. Sonraki dönemlerde, ‘Şehir Tiyatroları’ ya da ‘Devlet Tiyatroları’ gibi kavramlaşmış bir kelime olacaktır ‘Profesyonel Üniversite Tiyatroları’ da.  

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyoruz…

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku