Çocukların Oyun Arkadaşı “Sarıyer Sanat Tiyatrosu”

Filiz Tanya

İstanbul Sarıyer’de, bundan 40 yıl önce, başlangıçta Halkevi, ardından Halk Eğitim Merkezi adı altında yürütülen çalışmalarda onlarca oyuncu, dekorcu, teknik adam ve yazar yetişti. Ülke tiyatrosuna yeni bir dil, yeni bir oyunculuk temelinde onlarca güzel ve önemli oyun kazandıran  o  çalışmalardan bugüne güzel bir topluluk kaldı: “Sarıyer Sanat Tiyatrosu”.

Sabahattin Mutluer,  Sarıyer’in tiyatro geleneğine sahip çıkarak,  yaratıcı, dinamik bir topluluk oluşturdu. Topluluk yıllar içinde birbirine kenetlenerek birbirinden başarılı ve görkemli çocuk ve yetişkin oyunları üretti.

Çocuk tiyatrosu ülkemizde üzerine bir dolu panel, açık oturum, çalıştay ve festival yapılmış bir alan. Katılımcılar bu alan üzerine bir dolu ahkam kestiler. Yazılar yazdılar, araştırmalar yayınladılar. Keskin tezler ortaya attılar ama iş uygulamaya gelince kolaycılığın sığ sularında boğulup gittiler. 

Çocuk tiyatrosu bu süreçte  ülkemizde kimi ödenekli-ödeneksiz kurumlarda üvey evlat muamelesi görürken AÇOK gibi Sarıyer Sanat Tiyatrosu da özenli çalışmalarıyla çocukların yüreğinde bir taht kurdu.

“Sindirella Harikalar Diyarında”, “Aslan Kral”, “Çizmeli Kedi”, “Rapunzel ve Beyazatlı Prens”, “Küçük Denizkızı”, “Uyuyan Güzel Komedisi” gibi oyunları İstanbul’un değişik sahnelerinde sahneleyerek yüzlerce çocukla buluşan topluluğun “Sindirella Harikalar Diyarında” adlı oyununu izledik üstüne de yönetmeni Sabahattin Mutluer’le topluluk ve çocuk tiyatrosu üzerine söyleştik.

Hepimizin bildiği bir masaldır Sindirella. Biz biliriz, annelerimiz bilir, babalarımız, çocuklarımız, torunlarımız… kim bilir kaç kuşaktır okunan, paylaşılan bir masaldır.

Böylesine çok okunan bir masalın bir çok şekle bürünmemesi de imkânsız. 

Sarıyer Sanat’ın sahnesinde bir Sindrella izledik. Yanımda kendilerini prenses sanan iki küçük kızla birlikte.

Tiyatro Duru’nun fuayesine indiğimizde, bir sürü “prens”, “prenses” ve “örümcek adam”la karşılaştık. 

Çevremiz içiçe hoplayan, zıplayan masal kahramanlarıyla çevrilmişti adeta. Coşkuyla oynayan çocuklara baktım. Kiminin sihirli değnekleri kiminin pelerinleri,  kiminin maskeleri vardı. Hepsi yeniden canlanıp ete kemiğe bürünmüş masal kahramanı gibiydi. Sahnede anlatılacak her şeye inanmaya gelmişlerdi sanki. Belki de biz öyle zannediyoruz. 

Sindirella ile buluşacak çocuk izleyicilerle konuşmaya çalıştım.  Onlara “tiyatro nasıl bir şey” diye sordum. Birbirinden ilginç yanıtlar aldım; “Masal gibi bir şey ama onlar gerçek kıyafetler giyiyorlar. Şarkı söylüyorlar. Hayvan taklidi yapıyorlar. Biz konuşursak bizi duyarlar” diyenler oldu. Biraz büyük olanlar perdeyi gösterip “ o siyah perde var ya, hepsi orada saklanıyorlar, bak bak kımıldadı perde. Hepsi orada saklanıp sıralarını bekliyorlar”. 

Sanki oyunculardan değil de büyülü bir ormanda ağaçların, yaprakların arasına saklanmış orman cinlerinden ve perilerinden bahsediyordular.

Çok geçmeden oyun başladı Işıklar yandığında çok özenli bir dekor çıktı karşımıza. Uzun bir süre dekorun ayrıntılarına baka kaldık. Genelde kartondan masal evleri tarzında yada büyük bezlere çizilmiş resimlerden oluşan dekor görmeye alışkın olduğumuz için biraz şaşırdık. 

Sahnede Sindirella’nın odası, yatağı, penceresi, evin bölümleri, sarayın merdivenleri ve sütunlu girişi vardı. Sahnedeki dekor yalnız çocukları değil biz büyükleri de birden kollarının arasına alıverdi. Dekor ne kadar özenliyse kostümler de o denli özenle çizilmiş ve kotarılmıştı. Kostümler dönemin tüm çizgilerini özenle ortaya koyuyordu. 

Sindirella’nın yamalı elbisesi, üvey anne ve kızlarının süslü elbiseleri, kralın ve prensin kostümleri abartıya ve gösterişe kaçılmadan ince bir özenle yapılmıştı..

Oyunun yönetmeni Sabahattin Mutluer bu konuda “Meslekte kendini kanıtlamış ama yaratma heyecanını yitirmemiş tasarımcı arkadaşlar ile yolumuz kesişti. Şanslıydık bu bakımdan. Tabi bizim hedefimiz de bu yöndeydi Ne yazık ki daha büyük yapıtlar için yeterli sahneler ve zaman yok. Ayrıca biz gişe gelirleri ile yaşayan, başka bir gelir kaynağı olmayan tiyatroyuz. Maddi olanaklarımız yok gibi. Bu da ister istemez bazı tasarımları hayata geçirmemizi engelliyor ama biz inatçıyız.” diyor.

Sahnede masaldan öte gerçek bir hikaye vardı. 

Yönetmenin masal abartılarından kaçındığını  görüyoruz. 

Üvey anne ve kızları bizim masallardan tanıdığımız gibi kötü kalpli değil bu oyunda. Sadece kıskanç ve şımarık gösterilmiş. Üvey anne de kesin ve katı dille reddetmiyor Sindirella’yı. Kelime oyunları yapıyor, kandırıyor diyebiliriz. Bu da çocukların kafasında oluşabilecek kötü üvey anne, kötü üvey kız kardeş gibi klişeleri kırıyor. 

Karşımızdaki karakterler hepimizin içine düşebileceği zaafları barındırıyor. Kimse kimseye ders verme niyetinde değil. Sebahattin Mutluer de, ders verme kavramı ile pek yakınlıkları olmadığını, ders almak veya ders çıkarmak tutumu yerine nedensellik peşinde olmayı yeğlediklerini söylüyor.

Oyunda masalsı öğelerden topyekün vazgeçilmiş değil. 

Sindirella’nın iki küçük arkadaşı var. Onlar birer fare. Sindrella’dan başkası da onları göremiyor. Fareden arkadaş, dost olabiliyorsa bir peri de olmalı hikayede tabii ki.  

Sindirella için sihir yapılıp her şey ayarlandı. Elbiseler dikildi, meşhur arabacı da geldi.

Arabayı nasıl var edecekler derken bir anda sahneye bir at tarafından çekilen içine Sindirella’nın binebileceği bir araba girince büyük bir şaşkınlık yaşadım. 

Çevremdeki çocuklar ise benim şaşırmamı komik bulmuş olmamalılar ki bana güldüler. sanki. Onlar belki de o arabanın sahneden gelip geçeceğini  biliyorlardı.

Oyunun müzikleri de bir başka güzel yanıydı. Oyun için birbirinden güzel şarkılar yapılmıştı.

Umutsuz ve karamsar olacağını düşündüğümüz Sindirella “her şey çok güzel olacak” diye şarkı söylüyor. Yaşadığı olumsuzluklardan yakınmak, hüzün dolu şarkılar yerine umut dolu şarkılar söylüyor.

Oyundaki eğlence dozu öylesine yerli yerinde ki başlarda çocukları kucaklayan oyun giderek süreçte biz büyükleri de içine almayı başardı. 

Sabahattin Mutluer de Sarıyer Sanat Tiyatrosunda böyle bir oyunculuk biçemi izlediğini söylüyor:

Öncelikle oyucu kendisi eğlenmeli. Karakter yaratırken dramaturjik yapıyı iyi çözmeli ve ona göre bir oynayış hali seçilmelidir. (Göstermeci mi, Stanislavski mi.) ama biz genellikle Türk Geleneksel tiyatromuzun açık biçim tarzını seviyoruz. İzleyici ile oyunu birlikte yürütmeyi seviyoruz. Oyuncu yaratımda dramaturjik değerler göz önünde tutularak serbesttir ama bu serbestlik başı bozukluk düzeyine varmamalıdır.”

Sabahattin Mutluer sahnede izlediğimiz ve çocukların büyük tad aldığını gözlemlediğimiz oyunların üretim sürecini şöyle anlatıyor: 

“Düş kurmak, düşleri gerçekleştirmek ve paylaşmak…Çocukları küçük yaşlarında kalıplardan uzak tutmak, çoklu düşünmeye yöneltmek, olayların somut, yorumlarının soyut olmasına dikkat etmek ve çocukların, en azından yaşları uygun olanların) soyut düşünme alışkanlıklarını sağlamak.”

Oyun metinlerindeki yaklaşımı ise;

“Tamamlanmış metinden ziyade özellikle bırakılmış boşlukları olan ve oynanırken çocuklarla geliştirilen gevşek dokulu metinleri tercih ediyorum. Fakat kanavası sağlam olmalı edebiyattan uzak olmamalı. Diğer yandan ise çoğunlukla yapılan bir hatadan uzak olmalı, o hata da karakterlerin iyi çizilmemiş olmasıdır. Bu da yeterince ciddiye almayarak her isteyenin kolayca yazabileceği bir alan sanılıyor. Öyküsü olmayan çatışması olmayan bolca didaktik söylemci metinler var. Karakterler öyle yalapşap çizilmiş ki; ister aslan, ister insan, isterse alegorik karakter olsun hiç fark etmiyor. Hangi kostümü giyerse giysin aynı replikleri söyleyebiliyor” şeklinde anlatıyor. 

Sarıyer Sanat çocuklarımız için masalların zengin malzemesini kullanıyor. Ama bunu yaparken masal kahramanlarını da birer melek olarak önümüze sürmek yerine onları kanlı canlı insan olarak önümüze koyuyor. 

Mutluer bu yaklaşımlarını “Tüketim toplumuna birey yetiştiren örneklerin karşıtı düşünen, düş kuran üreten bireylerin yetişmesi için bir çaba bizimkisi.” diye özetliyor. 

İstanbul’un dört bir yanında çocuk tiyatroları perde açıyorlar. Ancak oyun seçimi yaparken sadece oyunun ismine cismine kapılmadan topluluğun yaklaşımına ve üretim biçimine de bir kez bakmak lazım. Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Özdemir Nutku’nun “çocuk tiyatrosu çocuk oyuncağı değildir” sözünü düşünerek çocuklarımıza oyun seçimi yapmalıyız.

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku