Craft’dan Kalp’in En Sahici Fotoğrafı! “Kalp” ve “Fotoğraf 51”

Tolga Polat

Bu dünyada hiçbir şey eşit ya da adil değildir! Bu bilenen ve kabul görmüş acı gerçekliğimizi kimi zaman yaşar, çoğu zaman yorumsuz kalarak izler, hatta defalarca yaşanmasına da maalesef göz yumarız… Her zaman için güçlüler-güçsüzler, ezenler-ezilenler, mutlular-mutsuzlar, şanslılar-şanssızlar ayrımı olurken gitgide kaosa sürüklenen kederli hayatlar kalır elimizde… Tüm farklılıklarımız güzelliğimiz olurken, toplumsal önyargılar ile ölüm fermanımız da olabilir… Toplumdan aykırı olunduğunda mutlaka bir şekilde “ötekileştirme” cezalandırma, hatta “yaşamaya hakkı yok” a kadar yargısız infazlar başlar… Ahlakı seçimlerimizi, kararlarımızı, başarısızlıklarımızı ve başarılarımızı sorgulayan toplum,  pek çok zaman da erkek otoritesinin adil olmayan ağırlığı ile yine iter, kakar veya gerçeklere kör sağır kalarak bir anlamda yine “ötekileştirir”…

Bugüne kadar sahnelediği oyunlar ile kendini özel kılan Craft Tiyatro, bu yıl sahnelediği ve tarihsel gerçeklere dayanan iki biyografik eser ile bir anlamda bakış açılarımızı insani değerlerimizin etkilerini  “öteki” kavramı üzerinden sorguluyor ve sorgulatıyor… Anna Ziegler ‘in “Fotoğraf 51” i ve Larry Kramer’in “Kalp” adlı oyunları, Hira Tekindor’un son derece akıcı çevirisi ve Çağ Çalışkur ile İbrahim Çiçek’in etkili rejileri ile Craft’ın genç, dinamik sahnesinde hayat buluyor…

DNA’nın Karanlık Leydisi!  “Fotoğraf 51”  

Watson ve Crick gerçekten keşif yaptı mı? Yoksa Wilkins’in Londra laboratuvarında araştırmacı olan Rosalind Franklin’in çalışmalarına dayanarak, derin hücrelerin içindeki fotoğrafların keşfini gerçekten buldu mu? Bu soru, oyunun yazarı Anna Ziegler tarafından ilgi çekici ve ustaca soruluyor… Gerginliği ve temposu bir an düşmeyen Fotoğraf 51, tarihsel kurgunun içinde geçmişin gerçek figürlerini kullanarak, Dna’nın gizli kahramanı Rosalind Franklin’in hayatına ışık tutuyor… Çok boyutlu karakterleri ve kesişen kişilikleri ile Fotoğraf 51‘i, Çağ Çalışkur’ un yaratıcı düş gücünü ön plana aldığı ustalıklı rejisi ile izliyoruz…

Londra’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1920 yılında doğan Rosalind Franklin, yaşıtları gibi oyuncak bebeklerle oynamak yerine üç erkek kardeşiyle vakit geçiriyor, erkek çocuklarının rekabet gerektiren oyunlarında oynuyor ve yazılar yazıyordu… Babasının tüm itirazlarına rağmen, 1938 yılında Cambridge’de bulunan Newnham Kolejine girmiş 1945 yılında doktora derecesinde mezun olmuştu… 1947 ile 1950 yılları arasında, Paris’te X ışınları kristalografi yöntemi üzerine çalışan Franklin 1951 yılında, tekrar İngiltere’ye dönerek, King’s College’a bağlı biyofizik laboratuvarında araştırmacı olarak çalışmaya başlamıştı… Bu laboratuvarda, John Randall ile çalışan Franklin, Randall’in DNA yapısı üzerinde çalışmasını istemesi üzerine, çalışmalarını bu yönde sürdürmüş ve tüm dünyaya adını duyuracak buluşa da bu çalışması neticesinde ulaşmıştı…

Oyun, Franklin’in King’s College’da, meslektaşı Maurice Wilkins ile tanışması ile başlıyor… Bu tanışmanın onları, tarih sahnesine taşıyacağından haberleri olmadan King’s College’da çalışmalarına birlikte devam ederlerken, 1953 yılının Ocak ayında, meslektaşı Wilkins, Franklin’den izin almadan Franklin’in çekmiş olduğu en önemli DNA fotoğraflarından biri olan “51. fotoğraf” isimli numuneyi James Watson’a gösterir… Watson, fotoğrafı gördüğü anı, “İkili Sarmal” kitabında “ağzım açık kaldı ve kalbim hızlı atmaya başladı” şeklinde anlatmaktadır… Franklin’in başarısını ondan izinsiz sahiplenen Watson ve Crick, DNA’nın yapısını keşfettikleri için 1962 yılında Fizyoloji ve Tıp Nobel ödülünü almışlardır… Nobel ödülleri, kural gereği yaşayan kişilere verildiği için, Franklin’in bu ödülde ismi bile geçmemektedir… 1958 yılında, henüz 37 yaşında olan Franklin kesin bir tanı konulmamış olsa da X-ray ışınlarına uzun süre maruz kaldığı için yumurtalık kanserinden Londra’da yaşamını yitirmiştir…

Oyunun yazarı Anna Ziegler, erkek egemen bir dünyada kendini kabul ettirmenin ne kadar güç olduğuna vurgu yaparken, aslında oyunun ana mesajını da Franklin ve Wilkins’in izledikleri bir Shakespeare oyunu olan “Bir Yaz Gecesi Rüyası” adlı oyundan söz ettirerek veriyor… Franklin’in “Hermia ’yı oynayan kadının adını hatırlamıyorum, bilmiyorum… Oyunculuğu öne çıkmıyordu herhalde” diyerek erkek oyuncunun adını telaffuz etmesi, Fotoğraf 51’in ana mesajının kısa bir özeti…

2015 yılında Londra’da Nicole Kidman tarafından canlandırılan Franklin rolü, bu kez Craft’ın dinamik sahnesinde Funda Eryiğit tarafından nefeslendiriliyor… Daha önce İstanbul Devlet Tiyatroları tarafından sahnelenmiş olan “Sessizlik”  adlı oyundaki başarılı performansı ile hatırladığımız Eryiğit, son derece disiplinli ve rol çizgisini bozmayan ölçülü bir yorum sunmakta… Franklin’in işine olan tutkusu, özel yaşamını geri planda tutuşu ve erkek egemen bir laboratuvar ortamında yaşadığı mücadeleyi sahici bir yorumla yansıtan oyuncu,  iç eyleminin zihinsel ve fiziksel birlikteliğini başarıyla sürdürerek, Franklin performansını soluksuz izlettiriyor… Cem Avnayim’in Wilkins yorumu, Eryiğit ile müthiş bir uyum içinde… Selahattin Paşalı,Bahadır Efe, Barış Arman, Orçun Soytürk, Korhan Soydan ve Kemal Kayaoğlu yorumları ile, mizansenin belli bir estetik kurgu içinde seyirciye yansımasını başarıyla sağlayarak, iyi bir armoni’nin nasıl olması gerektiğini ekip olarak ortaya koyuyorlar… Kerem Çetinel’in işlevsel ve izleyiciyi yormayan gerçekçi dekor ve ışık tasarımına, Nihal Kaplangı’nın abartıya kaçmadan dönemi başarıyla yansıtan kostüm tasarımı eşlik etmekte… Gerilimi tetikleyen, temponun hiç düşmediği bu uzun soluklu metnin, tablolarını bütünleşik olarak seyirciye ulaştıran temiz rejisi ile Çağ Çalışkur ise alkışı sonuna kadar hak ediyor…

Rüzgara Karşı Bağırmayı Asla Bırakma! “Kalp”

“Kalp ruha der ki: Ben severim, aşık olurum; ama acısını nedense hep sen çekersin… 

Ruh da cevap verir: -Sen yeter ki sev…”  demiş Şems-i Tebrizi…

HIV/AIDS her yıl artan sayıda insana bulaşmaya devam ediyor… Toplumların bakış açısı ise yaklaşık 34 yıldır hiç değişmedi ve maalesef değişmeyecek gibi görünüyor… Tarih boyunca meydana geldiği toplumlarda kapsamı geniş sonuçlar doğuran salgın hastalıklar incelendiğinde; felaketin boyutuna paralel olarak toplumda yaşanan korkuların ve hastalığa yakalananların eziyet görme, ötekileştirme şiddetinde artışların olduğu açıkça görülmüştür… İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan Cüzzam, tanrının insana verdiği bir “kötülük” olarak nitelendirilmiş, 1300’lü yıllarda kara ölüm olarak da bilinen Veba, tanrının insanlara günahkar davranışları yüzünden gönderilen bir ceza olarak görülmüştür… 15. yüzyılda tüm Avrupa kıtasını kasıp kavuran Frengi, doğu’ya sıçramış, hastalığa yakalananlar tarih boyunca lanetlenmiştir… 18. yüzyılda adı konan Tüberküloz, hep aşağı sınıfın bir hastalığı olarak bilinmiştir… 1980’lerde ortaya çıkan ve önceleri homoseksüel hastalığı olarak bilinen AIDS için ise “Tanrı’nın günahkarlara verdiği bir ceza” yorumları yapılmıştır… HIV/AIDS’in bir toplum içerisinde yayılma hızı ile o toplumun insan hakları konusundaki duyarlılığı arasında direkt bir bağlantı bulunduğu şüphesiz ortadadır…

Larry Kramer’in kendi kişisel hikayesinden yola çıkarak kaleme aldığı, “Kalp” işte tam bu noktada haklı olarak ötekileştirmeye itiraz eden bir mücadeleye odaklanıyor… Oyun, 80’li yıllarda salgın şeklinde yayılan AIDS virüsüne karşı başlattığı kampanyayla dikkat çeken aktivist yazar Ned Weeks’in erkek arkadaşı Felix ve Dr. Emma ile birlikte AIDS’e ve insanların kafalarındaki AIDS algısına karşı savaşını konu almakta… İnsanların zannettiğinin aksine AIDS’in eşcinsel birliktelikten doğan bir hastalık olmadığı gerçeğinin toplum ve kamu tarafından kabul görmesinin mücadelesine odaklanan oyun, duygusal bir düzlemde ilerlerken sözünü ve eleştirisini sakınmıyor…

Ned Weeks kendi adımlarıyla başlattığı bu mücadelede, hastalığa karşı savaşan bir grubu da kurarak önemli bir figüre dönüşürken, kendi yaşadığı aşk acısı ile de bencil davranmayarak mücadelesini vazgeçmeden sürdürüyor… Devlet, yüzlerce insan ölürken ötekileştiren kötü politikaları gereği hastalığı görmezden gelerek, bir grubun hastalığı gibi bir algı yaratarak, toplumsal önyargıları kırması gerekirken aksine oluşmasına hatta daha da güçlenmesine katkı sağlayan bir tavır içinde oluyor… Weeks ve arkadaşlarının tek mücadelesi de bu yanlış bakış açısını düzeltmek ve yardıma ihtiyacı olanlara devletin birinci elden destek olmasını sağlamak… 

İlk kez 1985’te Broodway’de sahnelenen oyun, yakaladığı başarı ile 294 temsil gerçekleştirmiş olup daha sonra aralıklı olarak farklı castlar ile dünya çapında pek çok ülkede sahnelenmiş… 2000 yılında Londra Ulusal Kraliyet Tiyatrosu tarafından 20. Yüzyılın “En Önemli 100 Oyun” undan biri olarak seçilen Kalp, 2011 yılında da Tony Ödülü kazanmış… Sahne başarısı ve kazandığı ödüller ile dikkat çeken oyun,  2014 yılında da Ryan Murphy’nin yönetmenliğinde (The Normal Heart) Tv Filmi olarak hazırlanmış ve oyuncularına ve yapıma yine pek çok ödül kazandırmış… Dr.Emma rolünü Julia Roberts’ın canlandırdığı yapımda, Mark Ruffalo(Ned Weeks), Matt Bomer(Felix Turner) gibi yıldız oyuncular filmin kadrosunda yer almıştır… Oyunu izledikten sonra filmi izleyen biri olarak filmi de beğenerek izlediğimi belirtmek isterim…

Craft tarafından İbrahim Çiçek’in rejisi ile sahnelenen oyun, metni bir love story‘e dönüştürmeyen ve mekan/zaman geçişlerinin fazlalığına rağmen oyunu blackout’lara boğmayan sahici ve cesur rejisi ile dikkat çekiyor… Gerçeklik algısının başarılı bir biçimde kurgulanması neticesinde illüzyonun içinde buluyorsunuz kendinizi … Kostüm konusunda sağlanması gereken bütünlük eksik kalmış olsada başarılı dekor ve ışık tasarımı ile Kerem Çetinel yönetmene ustalıkla katkı sağlıyor… 

Ve oyuncular… Nilperi Şahinkaya Dr.Emma rolünde, rolün tüm iç aksiyonlarını, rolün yaşadığı öfke, öteki/dışlanmış hissetme durumunu son derece sahici biçimde sürdürüyor… Çocuk felci geçirmiş olmasının psikolojik etkilerini rolünde ince nüanslar ile yansıtıyor… Kerem Arslanoğlu (Bruce) özellikle sevgilisi ile uçakta yaşadıkları acı durumu oynadığı bölümde melodrama kaçmadan adeta o anı yaşatarak sade ve etkili bir biçimde rolünü nefeslendiriyor… Aras Aydın zaman zaman ses kontrolü konusunda sorunlar yaşasa da Ned’in mücadelesini ve inancını başarıyla yansıtıyor… Cem Yiğit Üzümoğlu (Felix) bir hayli güç olan bu performans da son derece etkili… Üzümoğlu, adeta ilmik ilmik rolünü işliyor… Burak Sarıkahya, Sinan Çatıkkaş, Nejdet Sert, Süleyman Kara ve Soner Kurt yakalanan bütünlüğe son derece sahip bir bilinçle tempoyu bırakmadan rollerini canlandırıyor…  AIDS krizinin doğumunun ve erken evriminin, adeta bir zaman kapsülü olan Kalp, belki de rüzgara karşı bağıran binlerce bilinmeyen kahramanın hikayesi…

İnsan bilmediğinden korkar… Veya insan bilmediği bir şeyi de sahiplenerek biliyormuşçasına ahkam da kesebilir hatta sahiplenebilir… Franklin ve Ned’in bence en önemi ortak noktaları ötekileştirilmeleri ve mücadeleci ruhları… Biri bilim için ışık olurken, diğeri bilimin hala kesin olarak çare olamadığı bir hastalık nedeniyle kendini bir mücadelenin ortasında buluyor… Biri kadın olarak erkek egemen dünyaya karşı kendi başarısını ispat etmek isterken, diğeri devlete, medya’ya topluma karşı öteki olmanın savaşını veriyor… Biri görünen bir kahraman olurken, diğeri görünmez bir kahraman olarak anılıyor… 

Craft tarafından sahnelenen bu iki prodüksiyon da mutlaka görülmeyi, hatta cesurca alkışlanmayı sonuna kadar hak ediyor… Siz siz olun oyunlar görünmez olmadan her iki oyunu da görün…

 

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku