“Dali’nin Kadınları”: Şarkı Söylemeyi Bırakmayın!

Ayçe Özyiğit

Hemen hemen herkesin tanıdığı beş önemli isim : Frida Kahlo, Edith Piaf, Virginia Woolf, Marilyn Monroe ve Salvador Dali…

Ve herkesin izlemesini salık verdiğim bir oyun: “Dali’nin Kadınları”

Her biri tek cümleyle anlatılamayacak kadar yoğun, yorgun ve acılı bir yaşama sahip olan bu beş efsanevi ismin bir araya gelmesi ne kadar mümkün? Eğer mümkün olsaydı bu buluşma nasıl olurdu? Nasıl sonuçlanırdı? Bunu bilmemize imkân yok belki, ama hayal etmemize engel bir durum da söz konusu değil. Hatta hayal eden birileri de var. Hayal eden, tasarlayan ve oyunlaştıran: Erdi Işık.

Erdi Işık, Dali’nin Kadınları olarak bütünleştirdiği bu dört kadını bir odada sorgulamak maksadıyla bir araya getiriyor. Tabii, bu öyle sıradan bir sorgu değil… Ünlü ressam Salvador Dali bir cinayete kurban gidiyor ve evinde verdiği davette onu son kez gören dört kadın var: Frida Kahlo, Edith Piaf, Virginia Woolf ve Marilyn Monroe… Spoiler vermemek amacıyla oyunun daha fazla detayına giremeyeceğim.

“Neden bu isimler? Birbirleriyle temasları oldu mu ki? Karakterler gerçek hayatlarından oldukça farklı!”

Oyunu izlemeden önce bir “sözlük”te geçen yorumları okuma gafletine düştüm. Yorumları çok dikkate almasam da, bu soruların cevabını ben de merak etmedim değil. Ama tek farkla: Oyunu izlemeden önce… Zaten oyunu seyrettikten sonra tüm cevapları bulabiliyorsunuz. Hatta kendiniz cevaplandırabiliyorsunuz. Yine de, cevap arayanlar adına, Erdi Işık’a ben yönelttim soruyu: “Oyundaki karakterler gerçek hayattaki karşılıklarına ne kadar benziyor?”

Şöyle yanıtladı: “Oyun, ütopik bir dünyada geçiyor. Spoiler vermek istemem, ancak oyundaki ‘kişi’ karakterinin dünyasında o kadınlar ne kadar var ise, seyirci de o kadarını görecek. Yani, sizin hayalinizdeki Marilyn Monroe öyle olmayabilir, ama karakterimizin dünyasındaki Marilyn Monroe tam olarak o. İzleyici de bu ikonik karakterleri, kısmen bildikleri ya da tahmin ettikleri şekilde görecek. Hayal ettiklerinden tamamen farklı göreceklerini sanmıyorum. Ben oyunu yazarken, her bir karakter için çok uzun bir süre araştırma yaptım ve bunların sonucunda bu starların bilinmeyen yönlerinden bazılarını da oyuna ekledim. Haliyle, seyirciler hiç bilmedikleri bir bilgi de öğrenebilir. Örneğin, Frida’nın oğlunun sahte doğum belgesini yanında taşıması gibi. Belirttiğim gibi, oyunda görmüş olduğunuz ikonik isimlerin her biri ‘kişi’ karakterinin hayal dünyasında yaratmış olduğu şekilde var oluyor. Oyunu bunu bilerek izlemeniz çok kıymetli olacaktır benim için. Bir de henüz detaylarını açıklayamasam da, oyunun yurtdışında bir ülkede sahnelenme durumu var. Son zamanlarda beni en çok heyecanlandıran şey bu oldu. Eğer gerçekleşirse, ilk kez o ülkede Türkiyeli bir yazarın oyunu sahnelenmiş olacak. Bunu da sizlerle paylaşmak istedim.”

İçinde otobiyografik öğeler barındıran oyunların, filmlerin veya kitapların şöyle güzel bir yanı var: “Bahsi geçen kişiyi araştırma isteği/zorunluluğu” duyulması. Bu durum, oyunda geçen karakterlerle kendisi arasında bağ kuran seyirciyi, sözkonusuydu tarihsel kişililiği derinlemesine araştırmaya iter. “Haydi, canım Frida’yı, Marilyn’i, Piaf’ı, Dali’yi, Woolf’u da tanımayan olur mu?” diyebilirsiniz. bugünün dünyasında tabii ki var! Onları tanıdıklarını düşünenler dahi, her araştırmada yeni bir detay yakalayabilirler. Oyun en güzel yanlarından biri bu bence.  Oyun, seyircisine bu beş efsanevi ismin her anını, tüm yaşamlarını anlatmıyor; ama tiyatro seyircisinin oyundan önce veya sonra bu isimleri izlemeden evvel bir ön okuma yapacağını,  en azından bilgilerini bir yoklayacağını varsayıyor. Böylelikle aslında iki kuşu birden vurmuş oluyor: Hem bu karakterlerin tarihsel bellekteki yerlerini bozmadan seyirciye bir illüzyon sunuyor, hem de aynı seyirciye bu karakterleri daha yakından tanıma fırsatı veriyor.

Erdi Işık’ın “Görkemli Domatesli Pasta” ismiyle kaleme aldığı senaryo, yönetmen Ali Düşenkalkar ve yapımcı Kerem Alışık’ın ortak kararı ile “Dali’nin Kadınları” ismine çevrilmiş. “Görkemli Domatesli Pasta” ismi de pek hoş duruyor, ama yine de Dali’nin Kadınları isminin oyuna daha çok yakıştığı kanaatindeyim.

Peki, “Görkemli Domatesli Pasta”dan, “Dali’nin Kadınları”na uzanana süreçte neler değişmiş?

Şöyle cevaplıyor Erdi Işık: “Oyun, her ne kadar “Dali’nin Kadınları” olarak bilinse de, sizin de belirttiğiniz gibi oyunun orijinal adı “Görkemli Domatesli Pasta”. Değişen tek şey ismi değil. Orijinalinde yer alan mekân, bir sorgu odası ve erkek oyuncu da bir memur. Sahnelenen versiyondaysa erkek oyuncu bir “kişi” ve mekân da o kişinin zihni diyebiliriz. Oyunu ben Sadri Alışık Tiyatrosu’na teslim ettim ve onların yaratıcılığına bıraktım. Zaten her oyun, sahnelendiğinde bir değişim geçirir ve yepyeni bir eser haline gelir, gelmek zorunda. Bu da bir yaratım sürecinin sonucudur. Yazmış olduğum ilk oyun olduğu için yönetmene ve ekibe sonsuz güvendim. Sonuçta, iki sezondur hemen hemen her oyunda kapalı gişe devam eden bir proje ortaya çıkardılar. Bu sebeple, her birine teşekkür ediyorum.”

Bu noktada, dört kadını bir araya getiren ortak unsura pencere açıyor Işık: “Bu dört kadının her biri, kendi alanlarında (Sinema- Resim- Müzik- Edebiyat) dünyanın önde gelen isimleri ve sanat dışında ortak bir yönleri daha var: “İntihar.” İkisi intihar ederek ölmüş, ikisi de hayatlarında en azından bir kez de olsa bir şekilde intihara meyil etmiş. Benim bu oyunu yazma sebeplerimden biri bu. Neydi bu kadınları intihara meyilli hala getiren sebepler? Bir diğer ortak yönleri de “erkekler”. Onları ciddi olarak yaralayan, seven ve de üzen erkekler. Oyundaki “kişi” karakteri de aslına bakarsanız, bu ortak özelliklerini temsil ediyor. Salvador Dali cinayeti de bunun bir parçası.”

Oyunun kadrosu da bir hayli ilgi çekici… Beyaz ekran seyircilerimizin hemen tanıyacağı Devrim Nas oyunda Kişi rolü ile karşımıza çıkıyor. Bu rol için önceleri başka bir isimle çalışma yapılsa da, daha sonra rol Devrim Nas’ın olmuş. Kişi rolü için Devrim Nas’ın biçilmiş kaftan olduğunu söyleyebilirim. Kişi’nin içinde olduğu psikolojiyi yansıtmakta oldukça başarılıydı. Tiyatro oyunculuğu konusunda Hande Soral’a biraz önyargılı olarak oyunu izlemeye gittiğimi itiraf etmeliyim. Ancak sahnede Hande Soral ile yeniden hayat bulan Frida Kahlo’yu izledim. Gerek tipolojik olarak, gerekse oyunculuk açısından Hande Soral rolünde oldukça başarılı bir performans sergiliyor.  Gülin İyigün’e, Marilyn’i tipik bir sarışın kadın olarak yansıttığı için sitem edenler olmuş. Oysa, Marilyn Monroe sarışın saf kadın rolünde oldukça başarılı olduğu için kendisine öyle bir unvan verildi. Nitekim İyigün de sahnede saf sarışın rolündeki Marilyn’i kendi gerçekliğiyle ortaya koyuyor. Açelya Devrim Yılhan, Virginia Woolf’un yaşamak ile ölmek arasında sıkışıp kalmış ruh halini,  ne denli acılar çektiğini bizlere sunmada ve Woolf’un iç dünyasını yansıtmada oldukça başarılıydı. Hatice Aslan’ın Edith Piaf’ına diyebilecek kelime bulamıyorum. Aslan, eşsiz yeteneği ile  sahnede o kadar muhteşemdi, Piaf’la bütünleşmiş oyunculuğu o kadar göz dolduruyordu ki, defalarca kez ayakta alkışlanmayı hak ediyor!

Tabii bu beş ismin sahnedeki performanslarını, Dilek Kaplan‘ın dekoru ve kostümü; Ali Düşenkalkar‘ın ışığı; Gürkan Çakıcı‘nın müziği besliyor. Daha perde açılır açılmaz ortaya çıkan dekor, Salvador Dali’nin ne kadar uçsuz bucaksız bir ressam olduğunu yansıtıyor ve O’nun gizemli ve büyüleyici dünyasına adım attığınızı hissediyorsunuz.Oyunun başarısının en büyük mimarlarından biri, elbette yönetmeni Ali Düşenkalkar.  Düşenkalkar, gerçek hayatta ne denli mütevazıysa işini yaparken de bir o kadar cüretkar. O’nun cesur yaratıcı gücünü çok iyi yansıtan bir oyun Dali’nin Kadınları.

Her ne kadar içinde intihar öğesini barındırsa da, “Dali’nin Kadınları” bize “teslim olmamayı” anlatıyor.  Ve sahneden fısıldıyor seyircisine: Teslim olursan yenilirsin; aptal numarası yapmazsan seni avuçlarının içine alırlar; gerçekten güçlü olursan seni kimse yenemez…Ve şarkı söylemezsen mutsuz bir insan olursun!..

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku