Erdem Beliğ Zaman yazdı: “Bir Tavuk Beş Kavuk (!)”

editor
5,3K Okunma

Türk Tiyatro târihinin en mühim objesi nedir diye sorduğumuzda çoğunluktan kat’i surette “İsmail Dümbüllü’nün kavuğudur” cevabını alırız. Peki aynı çoğunluğa kavuğun ne olduğunu yahut ne mânâya geldiğini sorsak, eminim ki bu “çoğunluğun çoğunluğundan” bu sefer cevap alamayız.

İşte kavuk meselesi zaman geçtikçe çetrefilleşen ve şâhitleri, bu işi bilenleri vefat ettikçe karanlıkta kalan bir yılan hikâyesinin ta kendisidir. Her hikayeyi masallaştırmayı; her masalı da destanlaştırmayı sevdiğimizden bu yılan hikâyesi de artık destan hâlini almıştır: “Yok, kavuğu şu komedyen hak ediyor… Bence falancaya verilmeli!” nevinden atmaları duymayanımız kalmadı. Keşke bu atmalar tutulsaydı da bugün gönül rahatlığıyla tiyatrolarımız perdelerini “Türk Tiyatrosu” isminin gururunu taşıya taşıya açsalardı.

En çok eğildiğim ve çalışmalarımı yoğunlaştırdığım mesele de, neden bugün Türkiye’ye ait bir “Türk Tiyatrosu”nun olmayışıdır. Halbuki asırlardır bu topraklarda temaşa san’atı icra edilmiştir. Hatta Metin And’a göre dünyanın en eski tiyatrolarından biri de Türkler’e ait kökünç denilen dinî, şamanî gösterilerdir. Bu kökünç dediğimiz gösteriler taşrada zamanla köy tiyatrosuna, şehirlerdeyse evrilerek ortaoyununa dönüşmüştür. Bu dönüşüm maalesef günümüzde devam edememektedir çünkü orta oyununun ve dolayısıyla Türk temaşasının nesli tükenmiştir. Meselenin bu tarafı geniştir ve sizlerin de bildiğiniz üzere uzun uzun üzerine tartışılacak bir mevzûdur. Bu sebeple esas meseleye geri dönmekte fayda var. Yani nesli tükenen bir oyun tarzının vârisinin kim olacağına?

 

İsmail Dümbüllü’nün kavuğu şeklinde simgelenen nesne de aslında bu kökünçten başlayıp günümüze kadar gelen Türk Tiyatrosu geleneğinin devamı olarak nitelendirilen bir nesnedir. Bir ara araştırma yapmıştım ve Türk Tiyatrosu’nda benim tespit edebildiğim beş kavuğa rastlamıştım:

  1. En meşhur kavuk, İsmail Dümbüllü’nün Sadık Şendil’in ricasıyla 1968 senesinde oynadığı Kanlı Nigar piyesinden sonra Münir Özkul’a devrettiği kavuktur. Üzerine tartışılan sabık kavuk yani…
  2. Yine İsmail Dümbüllü’ye dayandırılan bir kavuk hikayesi de, İsmail Dümbüllü’nün Ankara Sanat Tiyatro’sunun yıldız oyuncusu Erkan Yücel’e devrettiği söylenen kavuktur. Yine iddiaya göre Erkan Yücel, kavuğu Mehmet Esen’e devretmiştir. Kavuk, Bahariye’deki Moda Sahnesi’nin fuayesinde bir katafalkta sergilenmektedir. 
  3. Türk Tiyatrosu’nun mühim simâlarından Mehmet Akan, İsmail Dümbüllü’nün kavuğunu Feriköy Bit Pazarı’nda (bugün antika pazarı olarak geçiyor) gördüğünü iddia etmişti. O’na göre kavuk satılmıştı.
  4. Yıldırım Yanılmaz isimli ve asıl mesleği sinema rejisörlüğü olan, bugün ise Yeşilçam sineması artık olmadığı için tiyatro yapan zatın iddiasına göre İsmail Dümbüllü’yle çalışırken kavuk onda kalmış. İsmail Dümbüllü de, “kavuk sende kalsın” diyerek o kavuğu bir daha geri almamış ve oyunlara başka bir kavukla çıkmıştır.
  5. Diğer bir kavuk hikâyesi ise, kavuğun fese evrilmesi şeklinde devam etmiştir ve ne tuhaftır ki senelerdir böyle bir şey duymamamıza rağmen ilk defa takribi beş sene evvel Müjdat Gezen tarafından dillendirilmiş ve O’nun, “İsmail Dümbüllü orta oyununda kavuk, tuluat oyununda fes takardı. Fesi de kavuğu da Münir Özkul’a devretti. Münir Özkul da kavuğu Ferhan Şensoy’a, fesi de bana devretti.” cümlelerine dayanan bir hikâyedir.  Fes bugün Şevket Çoruh’tadır.

 

Elbette, kavuk hikayeleri bu kadarla da sınırlı değildir. Şehir Tiyatrosu san’atkarlarından Rauf Altıntak, bir söyleşide Naşit’in kavuğunun kendinde olduğunu söylemiş; bu kavuğun da kendisine Vasfi Rıza Zobu’dan intikal ettiğini söylemiştir. Ona göre kavuk Naşit’ten Hazım Körmükçü’ye; O’ndan da Vasfi Rıza’ya devrolunmuştur. Bu kendisine sorduğum da ise bana net bir cevap vermemiş, tabiri câizse lafı yuvarlamıştır. Yine bir diğer kavuk hikayesi Levent Kırca’ya dayanır ki Behzat Butak’ın kavuğu, ailesinin isteğiyle Bursa’da yapılan bir merasimle Levent Kırca’ya devrolunmuştur, Levent Kırca da kavuğu talebesi Ahmet Çevik’e devretmiştir. Bana soracak olursanız, kavuğa benzeyen tek kavuk, Behzat Butak’ın kavuğudur; ki Behzat Butak Darülbedayi’ye girmeden evvel orta oyunu ve tuluat topluluklarında çalışmış, kavukluya değil ama taklide çıkmış mühim bir tiyatro san’atkarıydı. Bir heves ile kendine kavuk yaptırtmış olabilir. Kendisi sayesinde bugün bir çok orta oyunu metnine de erişmişizdir çünkü bu metinleri el yazısı olarak saklamış ve çalışmasını yaparken Cevdet Kudret bu metinlerden istifâde etmiştir. Kavuklu’ya çıkmadığı hâlde (belki bir-iki def’a çıkmış olabilir) en kavuğa benzer kavuk Behzat Haki Butak‘ınkidir; o da bir geleneği temsil etmemektedir.

Diğerlerine gelecek olursak… Erkan Yücel hikayesi bence bir masaldır çünkü solcu hüviyetiyle bilinen Erkan Yücel’e muhafazakar İsmail Dümbüllü’nün bırakın kavuk devredeceğini, söz olur diye onunla aynı fotoğraf karesinde bulunacağını bile zannetmiyorum. Bence en iyi ortaoyununu da, Cumhuriyet tarihinde 1960’lardan sonra Erkan Yücel oynamıştır ama İsmail Dümbüllü’yle bir bağı olamaz. Zaten oyunlarının muhtevâsı da; oyunculuk tarzları da tamamen birbirinden farklıdır. Bahsedilen kavuğu da gördüm. O da şekli itibariyle bir kavuk değildir.

 

Rauf Altıntak’ın iddiaları hakikat olabilir fakat teslim basamakları bana mantıklı gelmiyor. Nitekim Hazım, büyük bir oyuncu olmasına rağmen, Ermeni vatandaşlarımızın ülkemize getirdiği modern tiyatro ekolünün bir oyuncusudur ve kavuklu değildir. Birkaç def’a, orta oyununa çıkmakla kavuklu olunmaz. Ona bakacak olursak, şair Rıza Tevfik Bölükbaşı da arkadaş meclislerinde İstibdat Devrinde ortaoyunu yasak olduğu için kavukluya çıkarmış. Biz şair Rıza Tevfik’e kavuklu Rıza Tevfik mi diyeceğiz? Üstüne üstlük Nâşit bir tuluat komiğidir ve Batı’da eğitim görmüştür (Bu tahsil bir mûsıkî tahsili de olsa bir alaturka komiğin Avrupa görmesi büyük bir meseledir. Hele o devre göre). Ortaoyununu tıpkı İsmail Dümbüllü gibi ara-sıra icra etmiştir. Esas alanı (Avrupa Tiyatro’suyla orta oyununun karışımı olan) tuluattır ve Nâşit tuluatta ibiş tipine şahsiyet kazandırıp onu Sürpik, Veli Dayı ve başka tiplerle canlandırmıştır ve tek taraflı minvalden çıkmasına yardımcı olmuştur. Yâni Nâşit, alaturka komiklikten alafranga komikliğe geçişi sağlayan bir “tiyatro ihtilâlcisi”dir ve yaptığı devrine göre gelenekçilikten çok yenilikçiliktir. 

Yıldırım Yanılmaz’ın iddiaları zaten külliyen yalandır! Hususi hayatında eli sıkı olduğu bilinen İsmail Dümbüllü, hele hele kavuğunu o zamanlar yirmili yaşlarda olan birine kesinlikle vermez; yanlışlıkla onda kalsa bile geri ister, bırakmaz! Yıldırım Yanılmaz ile de bu hususta konuşmuştum ve maalesef beni iknâ edememişti…

Mehmet Akan’ın iddiası hakikat olabilir. Nitekim İsmail Dümbüllü oyunlarda tek kavuk kullanacak diye bir kâide yok! Mehmet Akan, orta oyununu da kavuğu da bilenlerdendi. Kavuklunun kavuğunun şeklini de bilirdi çünkü onların Genç Oyuncular ortaoyunu üzerine çalışmalar yapmış kıymetli bir topluluktu.

 

İsmail Dümbüllü’nün tuluat fesi hikayesi bana pek inandırıcı gelmiyor. Müjdat Gezen yaptıklarıyla, hele açtığı okulla çok mühim bir tiyatro sanatkarı, kendisine saygı duyarım fakat fes hikayesi inandırıcı maalesef değil. Ben fesi de gördüm, hatta dokundum. Bende fotoğrafları da var. Fes bana gayet yeni gibi gelmişti. Kel Hasan’ın fesi olduğunu iddia ediyordu ve odasında yaptırttığı Kel Hasan’ın yağlı boya tablosunda da bu fesi taktığını söylüyordu Müjdat Gezen. Fakat fotoğraf delildir, resim delil değildir. Çünkü ressam muhayyilesine göre resmiyle oynayabilir. Eğer resim delili istiyenler, Münif Fehim’in (babası ilk Müslüman aktör kabul edilen Ahmet Fehim’dir ve tiyatroyu da temaşayı da bilenlerdendi) Muammer Karaca’nın siparişi üzerine yaptığı, bir zamanlar Muammer Karaca Tiyatrosu’nda asılı olan tam boy, birebir Kel Hasan ve Naşit tablolarına bakabilirler. Fakat artık bu imkansız çünkü o tablolar kayıp! İşte tiyatromuz için bir büyük ayıp!

En meşhur kavuk hakkında konuşacak olursak… İsmail Dümbüllü’nün ailesiyle yakinen tanışırım ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki İsmail Dümbüllü’nün Sadi Yaver Ataman’ın hazırladığı kitabın kapağında taktığı, mezarının taşına kazınan, fotoğraflarda gördüğümüz kavuğu ailededir. Aile de onu zaten birçok röportajda da söyledikleri gibi, banka kasasında saklamaktadır. Münir Özkul’a verdiği “kavuk” ise kavuğa benzememektedir. Ortaoyununu bilenler bunu hemen anlarlar. Bir büyükçe takkedir o. Yine aileye göre böyle bir gelenek yoktur. Ben onlar kadar sert düşünmemekteyim. Nihayetinde bu kavuğun şeklinden ziyâde mânevî bir mâhiyeti var. Temaşanın devamını sağlayan oyuncuların bir nevi resmî olmayan nişânesi konumunda bulunuyor. Zaten Münir Özkul’a kavuk şeklinde devretmemiştir ki, O’na oynadığı bu ortaoyunu tarzındaki modern oyun sebebiyle bir hediye olarak sunmuştur. Basın, her zamanki gibi o zaman da olayı abartmış ve bunu bir devir-teslim merasimi olarak okurlarına sunmuştur.

 

Münir Bey’in sonra yaptığı komik olaylar da vardır: Mesela babam öldü diyerek, İsmail Dümbüllü’nün ölümünden sonra kameralar karşısında Dümbüllü’nün mezarına kapanarak ağlamak gibi… Fakat resme dikkat edecek olursanız, Dümbüllü’nün mezarı olduğunu iddia ettiği yerde Dümbüllü’nünki hariç bir mezar görünmemektedir. Halbuki İsmail Dümbüllü, Karacaahmet Mezarlığı’ndaki Eski İstanbullular kısmında defnolunmuştur ve o defnolunduğu zaman bile mezarlık doluydu. Hatta İsmail Bey, annesinin üzerine (yanına) gömülmüştür. Neyse, bu söylediklerim Münir Özkul’u küçültmek için söylenmemiştir, zaten böyle bir şeye cür’et edecek bir şahıs da değilim. Türk Tiyatro tarihinin en büyük oyuncularından biridir O… Eğer kavuk-teslim merasimini merak edenler, o oyunda Münir Özkul ile beraber başrolde oynayan Altan Karındaş’a sorabilirler ki kendisi hâlâ hayattadır. Elbette bence de bu gelenek devam etmelidir fakat aslını bilerek… 

Geçenlerde, Cumhuriyet gazetesinde bir habere denk geldim: “Kavuk Kadına Verilmeli!” başlığı altında…Bence de güzel bir fikir fakat bize yorum yapmak düşmez artık, çünkü kavuğun sahibinin inisiyatifine kalmış bir durum bu… Gazeteciler dizi oyuncularına soruyor kavuğu! (?) Küçümsemek için söylemiyorum, fakat o oyuncular kavuğun şeklini târif edemez! Çünkü haklılar; bilmiyorlar ki, görmemişler ki!.. Ben de görmemiştim, bu mevzûda çalışma yapmasaydım, ben de bilmiyor olacaktım.. Kabahat onlarda değil, onlara bu mevzûda fikir soranlarda! Bazısı da kendini İsmail Dümbüllü’nün yerine koyarak, “İsmail Dümbüllü bugün yaşasa kavuğu bir kadına verirdi..” diyor. Bir fikir beyanında bulunmayacağım fakat bunu söyleyenlerle (söyleyenle) 2007 senesinde yapılan İsmail Dümbüllü Sempozyumu’nun basılı kitabını okuduktan ve TRT arşivinde yer alan Haldun Taner’in İsmail Dümbüllü’nün oyun arkadaşı, pişekârı Tevfik İnce’yle yaptığı röportajı dinledikten sonra tekrar konuşmak isterim. “Türkiye’de ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir…” diyen Sakallı Celal’e gel de hak verme! Türk Tiyatrosu diye bir şey yokken ve bu konuda çalışmalar yapılmıyorken, sadece kavuk tartışmasına girmenin lüzumsuzluğu ayan-beyan meydandadır. Çünkü kavuk, bir geleneği temsil etmektedir. Münir Özkul da, Ferhan Şensoy da bu konuda üzerlerine düşen görevleri ama az ama çok yapmışlardır… Darısı diğerlerinin başına! Eğer kavuğu simge olarak kabul edip (ki ben ediyorum), adayların nasıl olması gerektiğini sıralamak lâzım gelirse bunu Kel Hasan Efendi’yi misal alıp düşünmek gerekir. Nasıl mı, bence şöyle:

 

  • Kel Hasan Efendi ortaoyunundan ziyade tuluat tarzı oyunlarda oynayan bir san’atkardır. Yani O’nun oyun tarzı da gelenekten beslenen modern oyun tarzıdır. Çırağı İsmâil Efendi de birçok hususta ustası Kel Hasan Efendi’yi taklit etmiştir ve onu örnek almıştır. (Bakın dikkat edersiniz iki ustayı da yâd ederken, hitap unsuru olarak “efendi” kelimesini kullanıyoruz. Efendi çünkü alaturka insanlara karşı kullanılan hitap şekliydi. Alafranga hitap şekliyse “bey”di. Hatta kendi de bir “efendi” olan Ahmed Midhat Efendi’nin alafranga-alaturka münakaşasını anlattığı kitaptaki baş kahramanlarının isimleri Felâtun Bey ve Rakım Efendi’dir. Yani bu cihetten bakacak olursak bile hem Hasan Efendi, hem de İsmail Efendi alaturka karakterde insanlardı.) Kavuğunu daha doğrusu halefliğini hak eden san’atkarların da bu şekilde bir oyun tarzına sâhip olmaları lâzımdır.
  • İsmail Dümbüllü, tuluattan yetişme olduğu hâlde unutulmaması adına, ortaoyununu da zaman zaman oynayan biriydi. Hatta Burhan Felek bir yazısında onun Kavuklu Hamdi’den sonra en iyi kavuklu olduğunu; Kel Hasan Efendi’den de Nâşit’ten de iyi kavuklu olduğunu yazar. Halefinin de Münir Özkul’un yaptığı gibi ortaoyununu unutulmaması adına zaman zaman icra etmesi gerekir.
  • Kel Hasan Efendi de İsmail Dümbüllü de meddah değillerdi. Onlar meydan komiğiydiler (bugünkü sahne komiği olarak düşünebilirsiniz.). Yani kavuk tek kişilik oyunların komiklerine değil, kalabalık kadrolu oyunların komiklerine verilmelidir. Hatta, İsmail Dümbüllü pek taklit kabiliyetine de sahip değildi. Yaptığı tek iyi taklit, soy ismini de almasına vesile olan Anadolulu taklidiydi. Kısacası stand up’la, tek kişilik komedyenlikle bu geleneğin uzaktan yakına bir alakası yoktur, olamaz… Stand up’çılar böyle bir gelenek oluşturmak istiyorlarsa siyah tişörtlerini devredebilirler.
  • Kel Hasan Efendi de İsmail Dümbüllü de tiyatro sahibiydiler. İkisinin de kendi adlarını taşıyan kumpanyaları vardı. Devirlerinin en meşhur komikleriydiler. Yani onların adına gelen seyircileri vardı… Münir Özkul da böyleydi, Ferhan Şensoy da… Halef de böyle olmalıdır.
  • Kel Hasan Efendi ve İsmail Dümbüllü hazır-cevaplıklarıyla meşhurdular. Ortaoyununda hazır-cevaplılık bir lafa verilen cevaptan çok tekerleme  kısmında söyledikleri rüyâyla ölçülürdü. Hatta falanca oyuncunun kırk küsür tekerlemesi vardı denilerek o orta oyuncu yüceltilirdi (tekerleme konusunda en meşhur kavuklu da yine Kavuklu Hamdi’ydi). Hakikaten İsmail Bey’in tekerlemeleri çok orijinaldir ve takdire şayandır. Haleflerinde de aynı parlaklığı görmek en tabii hakkımızdır.
  • Komedi oynamak zaten en mühim şartlardan biridir, fakat yerli oyun tarzını benimsemek daha da mühimi… Eğer bu şartı iyi bellersek, belki ileride bir Türk Tiyatrosu’ndan bile bahsedebiliriz.
  • Şunu da sonda eklemek lâzımdır ki iş, kavukta, cübbede, sarıkta değildir.. Özdedir, içtedir. Zorlamayla olmaz. Belki bizde de bunun bilincinde olan Dario Fo misali tiyatro insanları yetişir.

 

İşte kıymetli okurlar… Kusuruma bakmayın, başınızı ağrıttım, zamanınızı aldım… Üstünkörü bu malumatı sizinle paylaşmak istedim.. Üstünkörü diyorum, çünkü mesele o kadar derin ve o kadar uzun ki! Mesela kadim oyunculuk tarzından bahsetmek gerekir, zamanlamadan bahsetmek gerekir ama o zaman da kavuk elden kaçar… Bu malumatların gelecek nesillere intikal etmesi mühim. Kavuk adına değil, tiyatromuz adına mühim… Yoksa, yukarıda kısaca bahsettiğim gibi; bizim tiyatromuzda kavuk hikayeleri bitmez! Zaten eskiye özlemin başladığı bugünlerde, başına kavuk takanın kendini kavuklu ilan etmesinden de korkmuyor değilim! Bir tavuk bile bir batında bu kadar yumurtlayamazken bizimkilerin bir batında beş kavuk yumurtlaması tuhaf değil mi? Nereden çıkartırlar bunları,  ben dahi merak etmekteyim…

Erotik film başlığı gibi bir ülkeyiz: Bir Tavuk Beş Kavuk!

 

ERDEM BELİĞ ZAMAN

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku