Füsun Demirel ve Mert Küçülmez’le Tiyatro 11 Üzerine…

Ayçe Özyiğit

Yeni bir ekip var karşımızda: “Tiyatro 11″… Evet oyuncular bilindik ve çok tecrübeliler, oyunları oldukça dikkat çekici; ama henüz yolun başındalar…

Füsun Demirel, ömrünü mesleğine adamış bir oyuncu. Ve O’nun izleyen herkesin ortak bir kanaati var: Oynadığı her rolü en sahici biçimde icra ediyor ve karakteriyle bütünleşiyor.  Çağın sahteliği bulaşmamış hiçbir zaman ne işine ne yüreğine.Bu yüzden hiç yadırgamıyoruz kendisini; Safiye Saka (Sıdıka), Saadet Hanım (Şaşıfelek Çıkmazı) ya da  Asiye (Boynu Bükük Küheylan) oluverdiğinde…

Mesleğinde deneyimli ve kendisini sanatına adamış oyunculara hak ettiği değeri verememekten yakınırız hep. Ve maalesef sağlıklıyken, sahnelerde boy göstermeye devam ederken, onlara hak ettikleri değerleri verememiş olmaktan hayıflanırız hep. Füsun Demirel dimdik ayakta ve tiyatro sahnelerinde terini akıtmaya devam ediyor. Vakit kaybetmeden, kendisini sahnede izlemenizi şiddetle öneririm. O’nun gibi bir tiyatro emekçisini, yetenekli ve birikimli bir oyuncuyu izleme fırsatını kaçırmayın!..

Mert Küçülmez ise, Şahika Tekand Stüdyolarında oyunculuk eğitimi almış ve 2013 yılından beri profesyonel anlamda sanatını icra eden başarılı bir oyuncu.

Tiyatro 11’in iki oyuncusu, Füsun Demirel ve Mert Küçülmez ile yaptığımız eğlenceli ve hoş sohbete sizi de davet ediyoruz.

****

Ayçe Özyiğit : Hakkınızda fikir edinebilmek için o kadar araştırma yapmama rağmen tiyatronuza dair edindiğim bilgiler sınırlı. Özellikle internet ortamında tiyatronuzun yok denecek kadar az bahsi geçiyor. Henüz tiyatronuzun bir internet sitesi de yok. Nasıl bilgi sahibi olacak seyirciler sizin hakkınızda? 

Füsun Demirel : Tiyatroyu 2014 yılında kurduk. İlk oyunumuz “Aşk Dersleri” idi. Bu sezon ise “Şişman Güzeldir” oyununu  repertuarımıza ekledik. Bu oyunla beraber ekibimize iki isim daha katıldı tiyatromuza ama ekibin demirbaşları biziz. Ben ve Mert Küçülmez. Henüz çekirdek bir ekip olduğumuz için her şeyi kendimiz kotarmak durumunda kalıyoruz. Dediğiniz gibi henüz internet sitemizi dahi oluşturmadık. Tanıtımlarımız için çoğunlukla instagram ve facebook gibi sosyal mecralar üzerinden ilerliyoruz. 

Ayçe Özyiğit : Tiyatro kurma fikri uzun süredir aklınızda var mıydı peki?

Füsun Demirel : 1983 senesinden bu yana  çevirilerimi birçok tiyatro sahneledi. Bu süre boyunca, ben işin hep çeviri kısmında kalmıştım. Çeviri yaparken bir taraftan da hep içimden geçiriyordum: “Bir Dario Fo oyunu da ben oynasam” diye. Bildiğiniz üzere, Dario Fo’nun kadın karakterleri çok kışkırtıcıdır ve çoğu oyuncuya iyi gelir. İlk oyunumuz olan olarak “Aşk Dersleri”ni Dario Fo’nun “Seks! Eh, Hayır Demem!” oyunundan uyarladık. Onunla ölmeden önceki sohbetlerimizde, bu oyunu sahnelemek istediğimi hep söylemişimdir. O da her defasında, “oyunu bu şekliyle oynamamın sağlıklı olmayacağını, mutlaka kendime uyarlamam gerektiğini” dile getirmişti. Bu çalışma yıllarımı aldı diyebilirim ama 2014’te Mert ve Ayşegül Cengiz in zorlamaları ve destekleriyle nihayetinde oyunu sahneye koymayı başardık.  

Mert Küçülmez : Füsun ile 11 yıldır sanat ortaklığımız var. Aklımızda kendimize ait bir tiyatromuzun olması fikri hep vardı aslında ama doğru zamanı bir türlü yakalayamamıştık. Onunla konuşmalarımızda oyun sahneleme fikrine o kadar odaklanmıştık ki, ekip ismimizin oluşması bile biraz zorlama ile oldu. Çünkü turnelere gidiyoruz, orada bize ekip ismimizi soruyorlar. Bizim ekip adımız yok, bunu hiç düşünmemişiz. Bir süre Füsun Demirel Tiyatrosu olarak devam ettik.  Sonra Füsun’la kendimize bir isim bulmamızın gerekliliğini düşündük. Bir yandan da anlamlı bir isim olmasını istiyorduk. Araştırınca, 11 sayısının “aydınlanma enerjisi” olduğunu gördüm ve tam da bize göre bir isim olduğunu düşündüm. Herkes onaylayınca da ismimiz “Tiyatro 11” oldu. 

Ayçe Özyiğit : Aşk Dersleri, Şişman Güzeldir… Her iki oyun da kadınlara dayatılan olgular üzerinde duruyor. Sanıyorum en çok kadınlar kendilerine dair bir şeyler buluyor oyunlarınızda.

Füsun Demirel : “Aşk Dersleri” oyunu seyirciden çok güzel karşılık buldu ve o kadar güzel ilerledi ki bu durum bize inanılmaz mutluluk verdi. Fakat bu sene ”Aşk Dersleri” ile beraber yeni bir oyun daha çıkarmayı gerekli gördük. “Şişman Güzeldir“ benim çok fazla üstünde durduğum, aynı zamanda da sahnelemeyi çok istediğim bir oyundu. Bu yüzden bu oyunda ısrarcı oldum. Oyunun uyarlamasını Mert’e teslim ettim ve çok da doğru bir şey yapmış olduğumu gördüm. Oyuna kendimizden kattığımız, güncele uyarladığımız bir çok sahne de oldu.  Telefon bağlantıları, televizyon haberleri gibi bütün sahneleri Mert uyarladı. Oyunla beraber ekibimize iki genç oyuncu arkadaşımız (Ayşegül Sağlam ve Demet Ergün) daha katıldı ve onlar da oyunda dönüşümlü oynuyorlar. Bu şekilde oyunu götürüyoruz. Açıkçası henüz yolun çok başında olduğumuzu düşünüyorum. Ama oyun ilk gününden bu yana oldukça sevildi ve beğeni aldı diyebilirim. Dediğiniz gibi, özellikle kadınlardan çok olumlu tepkiler aldık. Bizi destekleyen en çok kadın grupları oldu.

Ayçe Özyiğit : Oyunda sistemin bize dayattığı ideal beden algısını eleştiriyorsunuz. Sisteme göre herkes zayıf olmalı, bakımlı olmalı. Uzun boy, renkli göz, fit bir vücut… İnsanlar sistemin dayattığı bu “güzel” etiketine sahip olmak için kendilerini yıpratıyorlar. Eleştirsek dahi kendimizi ara ara bu ikilemde bulmuyor muyuz? İdeal dediğimiz şey nedir?

Mert Küçülmez : Biz de onu düşünüyoruz? Bu “ideal olan” neye ve kime göredir? Oyunda da bu soruyu soruyoruz. İdeali ortaya koyan kim? Hangi ideoloji? Bu biraz da kapitalist sistemin dayatması aslında. Sadece AVM sektörünün dayatması yok ortada. Tüm sektörlere baktığımız zaman da, o ideal, o “vitrin” dediğimiz şey hep karşımıza çıkıyor. Misal turizm sektörü. İlla ki bakımlı olma şartı koyuyorlar kişiye. Diğer sektörlerde de farklı bir durum söz değil. Alımlı, bakımlı, seksi olma durumu… Bunlar hep ön planda tutulan şeyler.

Ayçe Özyiğit : Ama bu sadece kadınlara dayatılan bir şey değil. Benzer şartlar erkekler içinde geçerli artık. Aynı şekilde erkeklerin de yakışıklı, kaslı, çekici olması gerekiyor. 

Füsun Demirel : Mesela şu an aklıma geldi; hosteslik mesleğini ele alalım. Hostes seçimi yapılırken kişilerin aynı zamanda manken ölçülerine de sahip olması gerekiyor. O meslekte boy ve kilo ön planda tutulur. Alımlı ve bakımlı olma şartı vardır. Aynı şekilde hostlar da öyle. Uçaklarda dikkatimi çekiyor, erkek hostlar da çok yakışıklı erkekler. Yani belli ki o da seçilmiş. Ben başı kel, göbekli hiçbir host görmedim. Bana hiç denk gelmedi. Çünkü sistem bunu böyle belirlemiş. Artık o kadar benimsemişiz ki bunu, nerede karşımıza çıkarsa çıksın bize öyle olmalıymış gibi geliyor. Belirledikleri bir kıstas var ve sen o kıstasın dışındaysan eğer “güzellik” kavramının da dışındasın anlamına geliyor.

Mert Küçülmez : Şu şekilde anlaşılmasın ama. Biz oyunda elbette ki şişmanlığı övmüyoruz; şişmanlamalısınız, kilo almalısınız demiyoruz. Bizi rahatsız eden ve oyunda da eleştirdiğimiz nokta şu: İnsanlar güzellik uğruna kendilerini o kadar yıpratıyorlar ve üzüyorlar ki, bunun gereksiz olduğunu sahneden yüzlerine vuruyoruz. Sağlıklı olmak açısından zayıflayabilirsiniz, diyete girebilirsiniz, buna zaten sözümüz olamaz ama mesela güzellik uğruna yapılan mide küçültme ameliyatları o kadar merdiven altı oldu ki 78 kilo için bile ameliyat olan var. Ve bu ölümle bile sonuçlanabiliyor. Biz diyoruz ki, bu uğurda kendinizi yıpratmayın. Ne olursa olsun kendinizle barışık olun ve kendinizi olduğunuz gibi cesurca sevin. Şunu da söylemeden geçmek istemiyorum tüm bunların sorumlusu Barbie ve Ken olmalı. (gülüşmeler)

Füsun Demirel : Oyunda bu sistemi eleştirdiğimiz en keskin nokta Anna karakteri mesela. Mattea bile değil. Çünkü Anna tam da sistem kurbanı bir karakter. O denli ince ve fit bir kadın olmasına rağmen, yine de kendinden ve görünüşünden memnun değil. Sürekli olarak bedenini kurcalıyor ve sorguluyor. Çocuk doğurmayı dahi kilo alma korkusu nedeniyle reddediyor. Bir taraftan da şişmanlarsam işsiz kalırım kaygısı yaşıyor. Bu açıdan bazı noktalarda benzerlik taşıyoruz Anna karakteriyle. Mesela ben  hiçbir zaman zayıf bir oyuncu olmadım. Benim geç çocuk sahibi olmamın sebeplerinden biri de  Anna’nın yaşadığı korkulardır. Hamile kalırsam işsiz kalır mıyım diye çok düşündüm. Çünkü kamera önünde biriyim ve bedenim benim her şeyimdi. Hamilelik sonrası şişmanlık iyice artacak, mesleğimi kaybedeceğim kaygıları sebebiyle anneliği çok geç yaşadım. 

Ayçe Özyiğit : O halde Anna karakterinde kendinizi gördünüz bir bakıma. Peki bu tür düşüncelerden kurtulmayı nasıl başardınız?

Füsun Demirel : 40’lı yaşlarda artık meslek anlamında doyuma ulaştım. İstediğim tüm rolleri oynadım, bir sürü ödül kazandım. Türkiye sinemasının en iyi filmlerinde en güzel karakterleri oynadım. Dahası ne olabilir ki diye düşündüm. Ben de eksik olan tek bir duygu vardı; o da annelik. Anne olmayı hep erteliyordum, öteliyordum. Bunu yaşamak istiyorum dedim. Onun dışında hiçbir şeyin artık önemi yoktu benim için. Anne olamasaydım bir yanım daima eksik kalacaktı. 

Ayçe Özyiğit : Zamanında kilolu olduğunuz için  konservatuara alınmamışsınız. Bunun çok büyük haksızlık, hatta utanılması gereken bir durum olduğu kanısındayım. Peki, sizde herhangi bir tahribat yarattı mı bu olay?

Füsun Demirel : Evet doğru… Yakın zamanda kaybettiğimiz Erhan Gökgücü benim ilk hocamdı, ustamdı. İzmir Sinema Kültür Derneği’nde amatör bir tiyatro grubumuz vardı ve Erhan Hoca bizi çalıştırıyordu. Benim tanıştığım ilk yazar Brecht, oynadığım ilk oyun da Kafkas Tebeşir Dairesi oyunuydu. Erhan Ağabey ile biz bir sene boyunca çalışma yaptıktan sonra Erhan Hoca bana: “Füsun, sen gerçekten çok yeteneklisin. Sende ışık görüyorum. Seni çalıştırıp konservatuara hazırlayayım, Ankara’ya gidip sınava gir. Sen oyuncu olmalısın.” dedi. Ben de “Tamam”, dedim ve Ankara’ya gittim. Sınav iki aşamada oldu ve  ben kazanan 10 kişinin içine giremedim, almadılar. Sonra aradaki ilişkilerle neden alınmadığım soruldu. Denilmiş ki; “Biz kendisini çok yetenekli bulduk, ışığı olan parlak bir çocuk ama bizim ölçülerimize göre kilosu biraz fazlaydı. Onun için almadık.” Bu bana çok dokunmuştu. Çünkü daha 17 yaşındaydım. O kadar ağlamıştım ki, benim kilom oyunculuğa engel mi diye. Fakat konservatuarların gerçekten de belli bir standardı vardı o dönemler. Dolayısıyla ben konservatuara girememiş oldum ve bu beni daha da hırslandırdı. Ben o zaman kendi kendime şöyle bir şey dedim: “Göreceksiniz, eğer kilo sizin için bir engelse ben bu kilomla ve bu fiziğimle oyuncu olacağım.” Sonra İtalya’ya gittim. Oradaki konservatuar, yani “Dramatik Sanatlar Akademisi” beni bu kilo ile kabul etti. Oradayken ben bir aydınlanma yaşadım. Çünkü oradaki herkes birbirinden o kadar farklıydı ki. Dili, dini, ırkı, fiziksel yapısı…  Ayrımcılık sadece bizlere has olan bir şeymiş onu gördüm. O okul bana müthiş bir özgüven verdi. Sonrasında, “iyi ki beni almamışlar ve ben iyi ki İtalya’da tiyatro okumuşum” diye geçirdim içimden. Orası kendimle yeniden barışmamı sağladı.

Ayçe Özyiğit : Füsun Hanım, siz Devekuşu Kabare, Dostlar Tiyatrosu, Çevre Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu gibi kemikleşmiş tiyatrolarla çalıştınız. 1984 senesinde sinemaya geçiş yaptınız ve uzun süre tiyatroya ara verdiniz. Ve alternatif sahnelerin çoğaldığı bir dönemde dönüş yaptınız. Giderken ne bırakmıştınız, dönüşünüzde sizi ne karşıladı?

Füsun Demirel : Ben mesleğime en güzel tiyatrolarda başladım. Tiyatroya ilk adımı Vasıf Öngören’le Berlin’de attım. Çevre Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve son olarak da Dostlar Tiyatrosu’nda çalıştım. Hepsi de kurumsallaşmış tiyatrolardı ama her biri benim için bir okul niteliğinde oldu. Hepsinin farklı tarzları olmasına rağmen hepsinden farklı şeyler öğrendim, farklı deneyimler edindim. Kazandığım bir sürü şey oldu. Daha sonra 22 yıl ara verdim. Gerçekten de çok uzun bir süreydi bu. Tabii bu 22 yıl sahne pratiğinden uzaktaydım ama sürekli olarak oyun çevirileri yapıyordum. Yani bir şekilde tiyatronun içindeydim, fazla da uzaklaşmış sayılmazdım. 22 sene sonra Ebru Nihan Celkan’ın davetiyle “Evim! Güzel, Evim” oyunu için tiyatroya geri döndüm. Oyun, aile içi şiddeti anlatan bir oyundu ve oradaki anne rolünden çok etkilenmiştim. Dolayısıyla benim tiyatroya geri dönüşümü Ebru sağladı diyebilirim. Bıraktığım kurumsal yapılardan sonra alternatif bir sahnede buldum kendimi. 50-60 kişilik küçük bir yerde başladık. Sonra bana bu küçük, alternatif sahneler çok iyi gelmeye başladı. Oradaki ilişkilerde hiyerarşi yok. Seyirciyle oyuncu arasında alışılagelen o hiyerarşik yapı yok. Seyirci ile aynı hizada olmak bile bana daha iyi gelen bir şey. Ben alternatif tiyatroyu çok sevdim diyebilirim. Biz de zaten Tiyatro 11’i öyle devam ettirdik. 

Ayçe Özyiğit : Gelelim en büyük soruna. Israrla her röportajda dile gelsin istiyorum bu sorun. Salon sıkıntısı… Bugün artık her tiyatronun sorun haline gelen salon yetersizliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Füsun Demirel : Gerçekten çok ciddi salon sorunu yaşıyoruz. Tiyatro yapan herkes çok ciddi salon sorunu yaşıyor. Turneye çıktığınız zaman gittiğiniz yerlerde sizin düşlediğiniz salonlar zaten yok. Ne bulursanız orada oynamak zorundasınız. Onun için bu sorunu gerçekten bir kere sorgulamak lazım. Ben kendi adıma konuşayım, o İtalyan tarzı salonlardan çok sıkılıyorum. Oyuncular yukarıda, seyirci aşağıda… Hiç hoşlanmadığım bir durum bu. Gerçekten rahat edemiyorum seyirciyle aramızda mesafe olduğu zaman, ama o salonlara denk geliyorsunuz ve mecburen orada oynamak durumundasınız. Kurumlarda çalışırken genç bir oyuncu, maaşlı bir çalışandım. Sadece rolümden sorumluydum. Şu anda iğneden ipliğe tiyatronun her şeyinden sorumluyum. Aslında alternatif tiyatrolarda tüm ekip her şeyden sorumlu, her şeyi yapıyor. Daha “kolektif bir üretim”… Evet, belki inanmayabilirsiniz ama ben de genç ekibimle beraber dekoru taşıyorum.

Mert Küçülmez : Hafif olanlarını diyelim… (Gülüşmeler) Seyircilerden gelen çiçekleri taşıtıyoruz. İşin organizasyon kısmı en ağır kısmı… Gişeyi zaten kendimiz açıyoruz. Seyirci ile buluşma anına kadar olan süreç hakikaten çok yıpratıcı, çok zor. Tanıtım yapmak, duyuru yapmak; “Şu gün, şurada, şu saatte oyunumuz var” demek  kısmı en zor kısım. Dolayısıyla başka türlü bir yükün altındayız aslında.

 Fusun Demirel : O derece işini sahiplenmiş olmak da başka bir keyif. Evet, çok yorucu gerçekten… Karşılığı var mı? Hayır. Karşılığı sadece seyirciyle olan o buluşmalar. Ne kadar çok seyirciye ulaşırsak, oyunlarımızdaki o sözler ne kadar çok insana geçerse, bizim için o kadar keyifli bir durum oluyor.

Ayçe Özyiğit : Tiyatro 11’in çekirdek bir kadrosu var ve o kadro Füsun Hanım ve sizden oluşuyor, öyle mi?

Mert Küçülmez : Evet, aynen söylediğiniz gibi. Bazen şöyle bir olay oluyor. Tiyatro 11’in şahsi mailinden Füsun’a mail atıyorum. Ben atıyorum ama. Hemen arkasından Füsun benim şahsi hesabıma mail atıyor ve: “Bak, bana böyle bir mail gelmiş” diyor. Ben de diyorum ki; “Füsuncuğum bizim altımızda bizden başka bir ekip yok, ben gönderdim onu.” (gülüşmeler) Birkaç defa bunu yaşadık. Hayali çalışanlarımız var sanıyor.(gülüşmeler)

Ayçe Özyiğit : Tiyatro 11’in seyircisi nasıl? Tiyatroya, oyunlara yönelik eleştiri aldığınız oluyor mu?

Füsun Demirel : Bu zamana kadar hiç olumsuz bir tepki almadık. Geri dönüşler hep olumlu yönde oluyor ve en çok kadınlardan geri dönüş alıyoruz.

Mert Küçülmez : Bizim oyunu sahneye koyma sürecimiz biraz zaman aldı açıkçası. Biz prömiyerimizi Antalya’da gerçekleştirdik. Prömiyer günü geldi ama oyun hala bizim içimize sinmiş değil. Oyun akşamı Füsun sahneye çıktı. İlk monoluğunu okudu, geriye açıldı ve seyirciden inanılmaz bir alkış geldi. O zaman rahatladım açıkçası. “Tamam”, dedim “Oyun çıkmış.” İlk orada farkına vardık. Çünkü provalar sırasında oyunun dışına çıkıp oyunu, gidişatı görme fırsatınız olmuyor. Öyle debelenip duruyorsunuz olduğunuz yerde. Ancak seyirciyle buluştuğunuz noktada gidişatı görebiliyorsunuz. Gerçekten çok güzel alkışlar, hiç beklemediğimiz yerlerde geldi ve bu şekilde devam etti. Aynı reaksiyonları hep aynı yerde alınca da işinizi doğru yaptığınızın kanısına kolayca varabiliyorsunuz.

Ayçe Özyiğit : Yanılmıyorsam “Şişman Güzeldir” ilk olarak “Ben Rozi” ismi ile sahneye çıktı. Daha sonra yeni bir uyarlama ile tekrar sahneye taşıdınız. “Ben Rozi” oyununda sizi memnun etmeyen neydi?

Füsun Demirel : Evet maalesef öyle bir kadersizlik yaşadık. Durum şu şekilde gelişti. Biz oyunu henüz tam uyarlayamamışken, Şişli Belediyesi ve Nilüfer Tiyatro Festivali’ne oyun önceden verildi. Bu nedenle bizim içimize sinmeyen bir uyarlama ile sahnelenmek zorunda kaldı. Bir oyun metnini uyarlamak çok zordur, bazen de uyarlama gereksizdir aslında. Bu oyunda günümüz koşullarına gönderme şarttı.

Mert Küçülmez : Dekor, ışık, kostüm hiçbir şey tam oturmamıştı ama oyun verildiği için de biz oynamak zorunda kaldık. Oynamak zorunda kaldığımız için de oynadık. İki oyunun da yetersiz oyunlar olduğunu söyleyebilirim. İçimize hiç sinmeden sahneye koyduk.

Füsun Demirel : Sonra geçtiğimiz Mayıs-Ağustos ayları arasında Mert oturdu ve baştan uyarladı oyunu. Bu defa 3-4 kez yeniden yazıldı ve şimdiki halini aldı. Anlayacağınız “Ben Rozi” ve “Şişman Güzeldir” oyunları arasında çok ciddi farklar var ama o dönem bu şekilde çıkmış oldu. Bizim için kötü bir deneyim oldu. Şimdi keşke elimizde olsa da o dönem izleyenlere diyebilsek, ‘Gelin, yeniden izleyin. Bu sefer Şişman Güzeldir oyununu izleyin.” İkisi arasında o kadar fark var ki.

Ayçe Özyiğit : Son olarak polis kaydına değinmek istiyorum. “Aşk Dersleri” oyununa turne esnasında polis kaydı yapıldı ve siz sonrasında açıklama yaptınız.

Füsun Demirel : 2016’da İskenderun turnesi sırasında Emniyet’ten polisler geldi ve oyunu kameraya çekeceklerini dile getirdiler. Biz itiraz ettik tabii ki. Bunu yapabilmeleri için savcılık ve mahkeme izni gerekiyor. Gözaltına alabileceklerini öğrenince mecburen isteklerini kabul ettik. Seyirci aldığı bileti iptal etmek zorunda kalacak, oyun iptal olacak; en korkuncu bu zaten. Bu nedenle kabul ettik ama oyun başlamadan önce ben seyirciye polis kaydı olacağını dile getirdim. “Ancak siz izin verirseniz biz de izin veririz. Nitekim polislerin de aşk derslerine ihtiyacı var. Bu oyun onlara da katkı olacak” diye de ekledim. Salondan kahkahalar yükseldi ve herkes alkışladı. Sonuç olarak oyunu kaydettiler. Ben de hep polis kamerasına karşı oynadım. 

Mert Küçülmez : Benim kaygım çok yükselmişti o gün. Oyunu nasıl oynadığımı hatırlamıyorum. Ne bileyim sonuçta polis, kamera… Sen orada sanatını icra etmeye çalışıyorsun ve seni kayıt altına alıyorlar. Kötü bir durumdu.

Füsun Demirel : Tabii oyuncularımız genç oldukları için çok heyecanlandılar. Ben rahattım ama. Oyun bitiminde kaydı yapan memur çıkışta. “Biz oyunda siyasi bir şey var sandık. Bizi de madara etti ”demiş.

Ayçe Özyiğit :  Çok teşekkür ediyorum bu hoş sohbet için. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Mert Küçülmez : Henüz yolun başındayız. Oyunumuzu mümkün olduğunca çok seyirciye ulaştırmak istiyoruz ama salon bulamıyoruz. Çok fazla sayıda ekip var, çok fazla oyun var. Bir yandan da şunu düşünüyor insan tabii: Demek ki yanlış giden bir şeyler var ve insanlar bir şeyler söylemek istiyorlar. Ama salon sayıları buna müsaade etmiyor. Avrupa yakasındaki salon sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Daha fazla salon yapılmalı. İBB bu anlamda çalışmalar yapmalı ki tiyatrolar çok daha fazla seyirciye ulaşabilsin. Sanırım bu anlamda çalışmaları var. Yerel yönetim desteği çok kıymetli…

****

ŞİŞMAN GÜZELDİR OYUN- TURNE TARİHLERİ

24 ŞUBAT NAZİLLİ

25 ŞUBAT FETHİYE

28 ŞUBAT BÜYÜKÇEKMECE

1 MART ALMANYA ULM

6 MART RATTİNGEN

8 MART KÖLN

10 MART SARIYER TİYATRO FESTİVALİ

15 MART İZMİR SUAT TAŞER

14 NİSAN ESKİŞEHİR

29 NİSAN İSTANBUL TRUMP TOWERS

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku