İlkel Dürtülere Güçlü Bir Çağrı: “Kreutzer Sonat”

Gonca Katman

Zapt edilmesi oldukça güç, o vahşi, o hayvani içgüdüleri ortaya çıkaran nedir? Yalnızca bir ezgi yeterli midir bunun için? Şehvet ve tutkudan esinlenilmiş, aşkın ve acının karşı konulmaz ritmini anlatan bir ezgi yeterli olur belki de… Müzik nedir ve ne yapar insana, korkutucu ve karanlık gerçeği aydınlığa kavuşturmaktan başka? Peki, hangisi daha ürkütücüdür; o vahşi arzunun, ruhun kasvetli derinliğinde sessizce gizlenmesi mi, yoksa geri dönüşü olmaksızın ortaya çıkıp yakıp yıkması mı her şeyi? 

Versus Tiyatro’nun Ekim’de prömiyer yapan oyunu “Kreutzer Sonat”, aşkın, tutkunun ve birlikteliğin öteki yüzünü, öğrenilmiş tüm kalıpları yıkacak şekilde, saldırgan ve bir o kadar masum bir üslupla sunuyor seyirciye. 

1803 yılında Beethoven tarafından bestelenmiş olan Kreutzer Sonat, Beethoven’ın kavuşamadığı aşkı Kontes Giulietta Guicciardi’ye olan hayranlığını ve aşk acısını yansıtır. Şehvet ve tutkuyu taşıyan, erotik ve cinsel arzuları kışkırtan bir yapısı olduğu da inkâr edilemez. Bununla beraber zor bir sonattır bu. Çünkü Beethoven,  yeteneğine hayran kaldığı George Bridgetower ile birlikte icra etmek üzere, oldukça kısa bir süre içinde, ona özel olarak bestelemiştir. Fakat Bridgetower’ın Kontes hakkında ileri geri konuşması nedeniyle Beethoven, çok sinirlenerek eserini ona ithaf etmekten vazgeçip, sonatı bir başka keman virtüözü olan Frenchman Rodolphe Kreutzer’e adamıştır.  (1)Başka kaynaklara göre, bu eserin halka daha çekici gelebilmesi için Kreutzer’in isminin bilinen bir isim olması nedeni ile tercih edildiği ve sonatın böylece Kreutzer’e adandığı ifade edilmektedir.- (2) Kreutzer’in oldukça zor olan bu keman ve piyano sonatını hiçbir zaman çalmaması da öyküyü ilginç bir noktaya taşımıştır. Ne var ki eserin öyküsü burada kalmamış, döneminin sanat kalıplarını aşan niteliğiyle, Tolstoy’a esin kaynağı olmaktan da kurtulamamıştır. 

Tolstoy’un Kreutzer Sonat’ı ise, Beethoven’ın bestesinden 86 yıl sonra, 1889 yılında yazımı tamamlanıp yayınlanmış ve dönemin pek çok eleştirmeni tarafından sakıncalı ilan edilmiş; Rusya’da sansürlenmiş, Amerika’da ise yasaklanmıştır. Gerekçesi ise, şaşılmasa gerek, toplumu ahlaksızlığa yöneltmesidir…

“Şimdiki evlilikler bir tür kapana kısılmadan başka nedir ki?” (3)

Oyunun konusunu kıskanç bir adamın, karısının kendisine ihanet ettiğini düşünmesi ve  onu ani bir öfkeyle öldürmesi olarak kısaca özetlenebilir. Fakat bu kadar yalın olsa da Tolstoy, konuyu öyle düşüncelerle beslemiştir ki, öykünün sonunda, işlenen cinayetin uyandırdığı dehşet duygusunda fazla, bu cinayeti işleten toplumsal gerçeklere duyulan öfke sarar insanın içini…

Tolstoy’un hikâye kahramanı Vasily Pozdnişev, bir tren yolculuğu sırasında kadın-erkek ilişkileri ve evlilik üzerine gerçekleştirilen bir sohbete dâhil olur. Karısıyla olan ilişkisini ve yaşanan olayları tüm çıplaklığıyla anlatmaya başlar.  Anlattığı öyküde Pozdnişev, evliliğinden önce zevk düşkünü, kadınlarla yalnızca yüzeysel ilişkiler kuran bir adam iken, kendi tabiriyle karısı tarafından ‘avlanmıştır’; geçmişindeki bütün hoyrat birlikteliklere karşı evliliğinde eşine sadık ve onu seven bir adam olmak istemektedir! Fakat işler istediği gibi gitmemiştir. Henüz nişanlıyken aralarındaki iletişim kopmaya başlamış; evlilik hazırlığı dışında neredeyse hiçbir şey paylaşamaz olmuşlardır. Asıl sorunlar ise balayında ortaya çıkmıştır. Şehvet arzularının tatmininden sonra aşkları adeta sona ermiş ve aradaki uçurum açıldıkça açılmıştır. Buna rağmen çocukları olmuştur zaman içinde. Ancak çocuk sahibi olmak ilişkilerindeki gerilime son vermemiştir. Anlaşmazlıklar devam edince şehre taşınmışlar; burada doktorlar karısının bir daha doğurmaması gerektiğini söyleyince hayatlarında yeni bir sayfa açılmışlardır. Bu değişimden sonra önce içine kapanan karısı bir süre sonra ruhsal çöküntüden kurtulmuş, artık kendine çok iyi bakmaya başlamıştır. Erkeklerin dikkatini çekecek şehvetli bir kadına dönüşmüştür! Bıraktığı piyanoya yeniden çalışmaya başlamıştır…

Pozdnişev’in eski bir arkadaşı olan Truhaçevski de bu dönemde çıkagelmiştir. Keman virtüözü olan bu adam, karısının hoşlanabileceği bütün özellikleri taşımaktadır. Kreutzer Sonat’ın icrası için iki enstrüman da hazırdır adeta… Pozdnişev, onu karısıyla tanıştırmaması gerektiğini iç kuruntusuyla bilmesine rağmen Truhaçevski’yi eve davet etmiştir. Onun varlığından korkmadığını ispatlamak istermişçesine durumun üstüne gitmiştir! Müzik yapmak bahanesi ile bir araya gelen ikilinin arasında bir ilişki başladığından emindir artık Pozdnişev. Bir gün, yolculuğa çıktığını söyleyerek evde buluşmalarını sağlamıştır. Beklemedikleri bir anda eve dönen Pozdnişev karşısında ne diyeceğini şaşıran Truhaçevski, bir anlık fırsattan yararlanarak evden kaçmıştır… Bunun üzerine Pozdynshev, nefret dolu bir öfke ile karısını bıçaklayarak öldürmüştür!

“Kreutzer Sonat” gibi bir klasiğin oyunlaştırılması, günümüzün toplumsal normlarının, ahlak değerlerinin tartışmaya açılması bakımından oldukça değerli. Nitekim Tolstoy’un Kreutzer Sonat’ı dinlediği ve eseri yazma fikrini edindiği bir davette, sanatçı dostlarıyla, bu sonatın hikâyeleştirilmesi ve sahnelenmesinin ne kadar güzel olacağı yönünde konuşmuş olması, eseri sahnede görmemizi daha da kıymetlendiriyor. Yapısı ve dokusu böyle özel bir düş gücüne dayanan “Kreutzer Sonat”, döneminin değişen değer yargılarını ele alarak aslında insana ve erdeme dair ölümsüz bir retoriğe girişmiştir. Bugün hala Tolstoy’un kelimeleriyle, çağdaş bir eserle kurduğumuz bağda olduğu gibi hatta daha güçlü bir ilişkiyle bütünleşiyoruz. 

Çünkü Tolstoy da Beethoven gibi, döneminin sosyal normlarına karşı sanatını konuşturmuş, keskin ahlaki ödevlerin karşısına insanın vahşi özüne ait bastırılmış duyguları koyarak, dayatılmış toplumsal cinsiyet rollerine bir başkaldırı gerçekleştirmiştir. Zevk, arzu, şiddet, kıskançlık gibi temel duyguları evlilik, ihanet, ahlaki sorumluluk, bireysel hak ve özgürlükler bağlamında incelemiştir. Sevgi ve aşktan kadın ve erkeğin beklentilerini, bu beklentilerin yozluğunu, ikiyüzlülüğünü göstermiş, bunu yaparken hem kadının hem de erkeğin yasalara tutsaklığını ve bu tutsaklığın ölümcül sonuçlarını trajik bir öyküyle anlatmıştır. Tolstoy, yine bu eserinde de insanın özündeki ‘kötülüğe’ karşı koyamama durumunu ele almış, bireysel mutluluğun ancak bireysel kötülükle gerçekleşecek bir mücadeleyle elde edilebileceğini, kötülüğün dış etmenleri konusunda hiçbir şey yapılamayacağını göstermeye çalışmıştır. 

Toplumun bireye dayattığı kadınlık ve erkeklik rollerini yerden yere vuran Tolstoy’un öyküsünde Vasily, işlediği cinayetten sonra kendisine, yaptıklarına ve ahlaki değer yargılarına artık bambaşka bakmaktadır. Kadınlar da erkekler de kendine ezberletilen davranış kalıplarıyla hareket ederek doğal içgüdülerinden uzaklaşmakta, içlerindeki hayvani dürtüleri bastırmaktadır. Öyle ki, roman boyunca ve tabii oyunda, ‘hayvan’ ve ‘hayvani olan’ vurgusu onlarca kere tekrar eder. Geleneklerle aktarılan ahlaki değer ve ahlaklı davranışların özünde insana ait bir değer olmadığını, kendi öyküsüne kendi geçmişine eleştirel yaklaşarak kanıtlar Pozdnişev. 

“Beni böyle avladılar.” diyor Vasily,”…jarselerle, buklelerle, turnürlerle avlandım.” çünkü “yetiştirilme koşullarım tıpkı tufanda hıyar yetiştiren seralar gibi genç âşıklar yetiştiriyordu.”  (4) diye ekliyor. Sevginin manevi değerlerden ziyade maddi değerlerle inşa edildiğinden yakınıyor. Güzel ve uygun renkli bir elbise ve bukle bukle yapılmış bir saç mesela… Yuva kurmak için ise tam tersi gereklidir; yüce duygular taşımalı karşı cins, edepli ve iyi yetiştirilmiş, ruhça temiz olmalıdır. Maddi ve manevi ilişkilerin gerektirdiği bu niteliklere karşı öfke doluyor Vasily. Ona göre, “Fuhuş, bedensel ilişkiler, ahlaksızlık değildir; gerçek ahlaksızlık maddi ilişkide bulunduğun kadınla manevi bağlardan sıyrılmakta…” (5) Oysa avlanmamak için uzun süre direndiğini, birlikte olduğu kadınlarla duygusal bir yakınlaşmadan kaçındığını, bunun bir marifet olduğunu sandığını ve fakat yanıldığını söylüyor. Bedensel ve duygusal yakınlaşmaya karşı beklenti ve verdiğimiz tepkilerin birbirinden bu denli kopuk oluşuna dikkat çekiyor; haksız da değil. Tensel arzular ve ruhsal bağlanma bambaşka hissiyatlar değil mi hala algılarımızda? Bu yüzden sanki asla bir arada olamayacak iki karşıt ilişki biçimi olarak düşünülmüyor mu sevgi ve şehvet?

Tolstoy, işte bu sevgi adı altında bastırılan şehvetin taşkınlıkla ortaya çıkmasına ahlaki dayatmaların kaynaklık ettiğini anlatıyor. Ahlak yasalarının insan tutkularıyla giriştiği mücadele sonucunda aşk hiçbir zaman hak ettiği şehvetli mutluluğa kavuşamıyor. Çünkü insan ya masum olmalı ya da şehvet düşkünü! 

“Bu, doğanın, içimizdeki hayvanın insanı ezmesine karşı duyduğumuz isyandan başka bir şey değildi.”

Tolstoy, Kreutzer Sonat’ta, bilimsel bilginin yeni dünyayı açıklama biçimine, kesin doğrulara da şiddetle karşı çıkar. Bilimsel bilginin açıklayamayacağı insana özgü dürtülere dikkat çeker.

 “Yeryüzündeki demirin miktarı, güneşte, yıldızlarda ne tür madenler bulunduğu çabucak öğrenilebilir. Fakat hayvanlığımızın sebeplerini ortaya çıkarmak kolay değildir.” (6)

İşte “Kreutzer Sonat”, bu hayvanlığın ortaya çıktığı ruhun derinliklerindeki gizemin bedene taştığı bir anı tetikler. Bu an, zamanlama, çok önemlidir. Kayhan Berkin de rejisinde bu zamanlama üzerinde duruyor. İnsanın etini, kemiğini oluşturan hücrelerinden ruhunun derinliklerine gizlenmiş anılarına kadar, her şeyini ama her şeyini katı disiplinler, değişmez yasalarla açıklayan bilimsellik, o küçücük an geldiğinde, o anda, insanın içinden açığa çıkan şehvetin gücünü açıklamada yetersiz kalacaktır. İşte bu nedenle “Kreutzer Sonat” bir isyandır; insanı tanımlanacak, kategorize edilecek, listelenecek ve kontrol altına alınacak bir olguya indirgeyen egemen zihniyete karşı, tutkulu bir isyan. 

Pozdnişev, yaşadığı çağda, erkeklerin gözündeki kadın imgesine de tiksintiyle yaklaşıyor. “Kadının gördüğü davranışın kölelikten hiçbir farkı yoktur” (7) diyor, karısını nasıl öldürdüğünü anlatırken tren yolculuğunda. “Ahmaklar! Karımı 5 Ekim’de bıçakla öldürdüğümü sanıyorlar. Ben onu 5 Ekim’de değil, ondan daha önce öldürmüştüm.”  (8) Pozdnişev’in bu tutumu, kadının insani olan bütün değerlerinin törpülendiği, bir ahlak fabrikasının ürünü olarak kalıplara içinde topluma sunulmasına karşı beklenmedik fakat güçlü bir isyan ve itiraftır hiç kuşkusuz. Kişisel saygının, hak ve özgürlüklerin erdem ve ahlak kavramının hızla tüketilip sömürüldüğü bir çağa karşı radikal bir tutum. 

Tolstoy’un çizdiği dünyada kadın edilgen ve tutkuyla özdeş; erkek şiddetli ve kötücüldür. Sevgi, aşk, tutkunun esiri ve eseri kadın; sorumluluk, nefret, şiddet ve normların eseri erkektir. Fakat her ikisi de doğal ve medeni olmalıdır. “Her şey çok doğal ve medeni. Fakat ben değilim.” diyor Pozdnişev. Doğal ve medeni olmak ne kadar insanidir, peki?..

Doğal ve medeni olmanın bir gereğini dile getiriyor Vasily Pozdnişev; Sabahları nefret ettiğim kadınla akşamları adına aşk dediğimiz duyguyla sevişiyoruz.

Versus Tiyatro, Tolstoy’un sesine kulak vererek duygusuz sevişmelerin, nefretle süslenmiş birlikteliklerin, ışık girmeyen yuvaların tehlikeli bir oyuna dönüştüğü; çürümüş, kokuşmuş ilişkilere karşı Pozdnişev’in acınası tavrıyla tepkisini koyuyor. Klasik eseri bütünlüğünü bozmadan ancak farklı bir tonda sahneye taşıyor. Tektip öfkelerimize, elde edemediğimiz yıkıcı arzularımıza ışık tutuyor. “Kreutzer Sonar”, yaşamımızı ele geçiren şehvet ve nefret ile yalın bir karşılaşma sunuyor. 

Kayhan Berkin, Pozdnişev rolünde, karakterin kalın çizgili dış görünüşünden ince çizgili iç dünyasına uzanarak tıpkı bir tren yolculuğunda sohbet edercesine anlatıyor bu öyküyü. Metni uyarlayan yöneten ve oynayan Kayhan Berkin, tüm bu tartışmaları bütünlüklü bir şekilde aktarmayı başarıyor. Yalın fakat çarpıcı bir anlatımı tercih ettiği açık. Bir koltuk, bir valiz, bir şapka… Bolca öfke, kıskançlık, tutku ve keder.

Uyarlamada metin oldukça sadeleştirilmiş. Tolstoy’un diline mümkün olduğu kadar sadık kalınmış. Vasily tek başına sahnede, işlediği kanlı cinayeti anlatmaya koyuluyor, sakin kalmaya çalışıyor; pek başaramıyor. 

Pozdnişev oyun boyunca karısını ve ihanetini dile getiriyor; lakin asıl hesaplaşması onunla değil, hesaplaşması tamamen kendisiyle; bu yüzden “Kreutzer Sonat”ın tek kişilik sahnelenmesi, nokta ışıkta performe edilmesi metinle uyumlu bir tercih. Fakat seyircinin Pozdnişev üzerinden yaşadığı karşılaşma daha derin; seyirci Pozdnişev’in karakterinden yola çıkarak, kendi duygularıyla, iç yaşamıyla, yaşamla kendi arasındaki çelişkilerle, yasalarla, yasa koyucularla, yasayla uzlaşmış olanlarla hesaplaşıyor.

Kayhan Berkin’in nokta ışık altındaki performansı, Tolstoy döneminin değişen ahlak anlayışı doğrultusunda günümüzün toplumsal normlarını adeta mercek altında incelemeye sunuyor. Bu anlamda keskin ve doğru bir odak yaratan bu tercih, diğer yandan diksiyon, vurgu ve tonlamayı fazlaca ön plana çıkarması ve duygusal gerilim noktaları arasında bir duraklama anına müsaade etmemesi bakımından yalın ve yoğun bir sözel anlatımın hakkını vermeye çalışan oyuncuyu zorlayıcı bir etmene dönüşüyor. Üstelik kelimeleri öne çıkaran minimal hareket düzeni, görsel bir durağanlık yaratarak metnin temposunu düşürüyor. Bu noktada Alev Topal’ın ışık tasarımı ve Joe Conchie’nin ses tasarımı bu durağanlığı kırmaya yöneliyor; çok da başarısız değil. Ancak yine de Vasily Pazdnyshev’in değişken ruh hali, daha canlı bir sahnelemeyi hak ediyor. 

Pozdnişev, oyunda tam bir anti-kahramana dönüşmüş durumda. Onu ve içinde bulunduğu durumu anlıyoruz fakat onunla özdeşleşemiyoruz. Karısını, çocuklarının annesini acımasızca bıçaklayarak öldüren bir adamla özdeşleşmek mümkün değil, buna karşın, istesek de istemesek de onun içindeki hayvani duyguyu, içinde yaşadığı toplumun normları ile yaşadığı çatışmayı anlıyoruz. Sanıyorum rejinin istediği de tam olarak bu. Duygusal bir yakınlık kurmadan Pozdnişev’i ve karısını anlamak, onların durumunu kavramak.

Ancak bu kavrayışta bize yol gösterici olacak bir düşünce sunulmuyor, esere yeni bir yorum getirilmiyor. Bir başka deyişle, Tolstoy ve döneminin ahlak öğretileriyle yahut çağdaş toplumumuzun ahlak anlayışıyla doğrudan bir hesaplaşmaya girişilmiyor. Oyun, aldatılan erkek ve aldatan kadın imgesini tartışmaya sunarken bu tartışmaya Tolstoy’un görüşlerinden farklı olarak yeni bir paranteze yer verilmiyor, bu imgeleri onaylayan yahut yadsıyan yaklaşımlara yönelik yorum seyirciye bırakılıyor.

Oyunun atmosferinin ve görüntüsünün romanın evreniyle uyuştuğunu ve seyirciyle iletişimde başarıyı yakaladığını vurgulamam gerek. Metnin doğru bir analiziyle, isabetli bir vurgu düzeni oluşturulmuş. Oyunculuk bu vurguların gerektirdiği duyguyu yansıtacak bir iç motivasyonla harekete geçirilmiş. Kayhan Berkin, Pozdnişev’i hem bir dönem insanı hem de oldukça çağdaş bir biçimde yorumlamayı başarmış ve karakteri samimi, içten fakat bir o kadar vahşi bir kişilik olarak yorumlamış. Çok medeni ve bir o kadar hayvani bir adam ortaya çıkarmış. O’na bu yolda yardımcı yönetmen Mehmet Yılmaz’ın rehberlik ettiğini tahmin edebiliriz. 

“Kreutzer Sonat”, şehvetin karanlık gücüne, erdemin ikiyüzlülüğüne karşı bir ayaklanma başlatıyor sahneden. Böylece ölümle yarışan bir tutku fısıldıyor kulaklarınıza sonat. 

Kayhan Berkin, küçük hilelerle duygularınızın kaynağını sorgulatıyor sanki. Oyunu izlediğinizde, Pozdnişev ya da karısı, kendinizi kimin yerine koymuş olursanız olun oyun size bu seçtiğiniz konumu sorgulatıyor ve böylece iç sesiniz bu seçiminizin tam karşıtını işaret ediyor. Böylece toplumun ahlak normlarıyla beraat ettirdiği eli kanlı suçluya kendi adaletinizden hükmünüzü veriyorsunuz. Demem o ki, yalnızca bir kadının öldürülmesi ve katilin beraat etmesi değil mevzuu. Dayatılan ahlaki normlarla bastırdığımız hayvani içgüdülerimizin gerçek yaşamdaki tezahürüyle oluşan korkunç bir evrimin neden ve sonuçlarını yansıtıyor “Kreutzer Sonat”. 

Oyunun en çarpıcı bölümü, Pozdnişev’in af dilediği son sahne. Fakat Pozdnişev’in af dileği, bir kadını öldürme suçundan affedilme dileği değildir; öyküsünün ulaştığı her bir kişide açığa çıkardığı duygudan dolayı bir af dilemedir kanımca. Nitekim öyle kolay değil bu duyguyla baş başa kalmak. “Kreutzer Sonat” ile uyanan nice coşkular vardır insanın içinde affedilmeyi bekleyen. Kanlı bir cinayet işledikten sonra kollarını açıp beni bağışlayın demek… Sonuçta günümüzün ikili ilişkilerinin simgesel bir anlatımına dönüşüyor bu af sahnesi adeta.  

Yalan ve sahte duygularla beslenmiş evlilikler, bu kof birlikteliklere atfedilen kullanım tarihi geçmiş değerler,  bu değerlerin insan doğasıyla yaşadığı çatışma, bu çatışmada evrenin tesadüflerinin etkisi, insanın kontrolsüzlüğü, geleceğe müdahale edememenin verdiği zayıflık duygusu, olacakları engelleyememenin çaresizliği… “Kreutzer Sonat”, ait olamamanın, kendi gibi olamamanın, dar kalıplar içinde sıkışmışlığın, sessiz isyanların, simgesel ölümlerin, ürkek düşlerin ezgisi; Pozdnişev’in tren yolculuğuysa, hiçbir yere varmayacak, bir yokluk, bir kayboluştur.

Bu nedenle izleyeceğiniz oyun tam olarak kendi kendini tanımakla ilgili. Kendini ve toplum içindeki benliğini… Tolstoy’a kulak verirsek; ancak kendi kendini severse bir başkasını sevebilirsin. Ancak kendini affedersen masum olursun. Ancak içindeki sese kulak verirsen tutkulu olabilirsin ve tutkunu yaşayabilirsin. Bir başkasının bedenini kontrol etmek imkansızdır, fakat kendi bedenini kontrol edebilirsin…

Peki, bir kere daha soralım, müzik nedir, ne yapar insana? Tutkuyu uyandıran nedir? İnsanın içindeki vahşi öz, neyi bekler uyanmak için? Sizinki neyi bekliyor? Öteki, o hayvani yönünüzü tanımanız için iyi bir zamanlamayı belki de… Çünkü zamanlama her şeydir.  

Kaynakça:

1Bkz.  Yücel Aksoy, Tatlı Bir Öyküdür Yaşam, Bütün Dünya, 2013, http://www.butundunya.com/pdfs/2013/03/118-121.pdf

2 Alieva Zoumroud, Sanatta Esinlenme Süreçleri, Beethoven’dan Tolstoy’a Tolstoy’dan Günümüze: Kreutzer Sonat, Vakanüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, Y:3 S:1 (2018), s. 73          

3 Lev Tolstoy, Kreutzer Sonat, İstanbul: Can Yayınları, 2003, s. 34

4A.g.e. s. 32

5A.g.e. s. 24

6A.g.e. s. 55

7 A.g.e. s. 50

8 A.g.e. s. 47

Oyunu Künyesi:

Yazan: Lev Tolstoy

Uyarlayan & Yöneten: Kayhan Berkin

Yardımcı Yönetmen: Mehmet Yılmaz

Ses Tasarım: Joe Conchie

Işık Tasarım: Alev Topal

Oynayan: Kayhan Berkin

Poster Tasarım: Ethem Onur Bilgiç

Asistan: Dilara Melami

Oyun Fotoğrafları: Aydan Çınar

Prova Sponsorları: Kadıköy Boa Sahne, Müfit Aytekin Atölye, Uniq Entertains

Yapım: Versus

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku