İllüzyon Mu Gerçeklik Mi?

Şirin İnci

İstiklal Caddesi’ndeyim. Atlas Sineması’nın altında ışıltıyla yanıp yanıp sönen “İki Kalas Bir Heves” cümlesine takılıyor gözlerim. Aylar önce sinemanın kapatıldığını, hatta Kültür Bakanlığı’nın orayı sinema müzesine dönüştüreceği haberini okuduğum aklıma geliyor. Merakla içeri giriyorum. Tiyatro oyun afişlerini görüyorum. Eski değil afişler, yeni. Anlaşılmaz neşeli sesler duyuyorum. Ana ve iki küçük salondan duyurular yapılıyor; kimisinde oyunumuzun başlamasına beş dakika var, kimisinde on dakika var diye. Aylar olmuş tiyatroya gitmeyeli; ilk oyuna gittiğim günün neşesini taşıyor yüreğim, içim pır pır… O sıra köşede duran kataloğu görüyorum, katalogda aynı günde birçok oyun var farklı saatlerde, farklı gruplardan; tıpkı festival programı gibi. Demek İstanbul’un en büyük sinema salonu tiyatro sahnesine dönüştürülmüş, ne güzel diye mırıldanıyorum. 

Bahariye’deyim. Süreyya Operası önü kalabalık. Basın açıklaması mı var diye merak ediyorum ilk, yanıma yöreme bakıp polis arabalarını, polisleri arıyor gözlerim. Polis yok ortada, telsiz sesi veya slogan… Biraz sonra opera binasının içinden insanlar çıkıyor, ellerindeki broşüre bakıyorum. “Dayanışma Platformu” yazıyor. 

“Artık Rexx Sineması tiyatro salonu. İlk kadın oyuncumuz Afife’nin sahneye çıktığı bu salon, tarihteki adıyla Apollon Tiyatrosu olarak yoluna devam edecek. Tiyatro severlere müjdemiz olsun.” diye sesleniyor kalabalığa biri.

Meğer biri Taksim’de, diğeri Kadıköy’de her iki yakanın tiyatro grupları birleşmiş; ortak metinler, ortak oyunlar, ortak gösteriler yapıyorlarmış kapandığı ilan edilen sinema salonlarında. Işıkçısından kostümcüsüne; oyuncusundan yazarına kadar herkesin sigortası ve maaşı varmış. Bu iki yerde her gün dört-beş oyun oynanırken, virüsten sonra sağ kalan geniş salonlarda hem oyunlar devam ediyor hem de provalar yapılıyormuş, küçük sahnelerde ise tiyatroya yeni öğrenciler yetiştiriliyormuş. Kaynak da Anadolu ve Avrupa Yakası olarak iki elde toplanıyormuş. 

Tanış olduğum birkaç kişiyi gördüğümde gülümseyerek birbirimize yaklaşıyoruz.

“Bunu nasıl yaptınız?” diye soruyorum. 

“Hep biz bizeydik, o halde yine biz bize yeteriz dedik, duyuru ve toplantılarımızı genişlettik. Hem kendi içimizden hem seyircilerimizden hem de cemiyet ve çeşitli sektörlerden dayanışma ağı kurduk.” 

“Bütün bunlardan senin haberin olmadı mı?” diyor şaşkınlığımı gören diğer tanış.

“Evdeydim” diyebiliyorum utanarak.

“Eee ortak profesyonel digital sahne kanalı açtık, onu da mı görmedin? Hem işaret dili hem de oyunlara göre birkaç farklı dilin alt yazısı ile seyirci kitlemizi genişlettik. Sahnelerimize gelemeyen seyirciler de düşük meblağlar ödeyerek bizi seyrediyor.”

Herkes mutlu, bir ben mahcubum bu uğraştan bihaber olmaktan. Olduğum yerde tiyatronun eskisinden daha güçlü duruşuna hayranlıkla bakıyorum. “Demek ki evde çok kalmışım ben.” diye hayıflanarak hep beraber Apollon Tiyatrosu’nun açılışı için yürüyoruz alkışlarla… 

“Koronadan sonra her şey çok değişecek; artık başka bir zaman içindeyiz.”

“Ya dayanışmayı öğreneceğiz ya yok olacağız.”

“Virüsten daha da tehlikeli olabilecek bir sürece giriyoruz, ekonomi…”

Haberleri izlerken uyuyakalmışım, kulağımı tırmalıyor kelimeler: 

“Hayat”, “Salgın”, “Alışkanlık”, “Eski”, “Değişim”, “Ekonomi”, “İşsizlik”, “Yeni bir çağ”, “Sağlık”, “Doğa”, “Dayanışma”… 

Ortalama bir sene sonrasında yaşamımızın normale dönebileceği öngörüsünde bulunan bilim insanlarını dinliyorum. Rüyam aklıma geliyor, içim umutlanıyor; hemen ardından yaklaşan ödemelerin rakamlarıyla kalakalıyorum.  

Bir ayı geçen virüs günlerinden sonra günün birinde “Hadi sokağa çıkma vakti!” çağrısı yapıldığında, kaçımızın lokantalardan yemek yiyeceğini, kaçımızın mağazalarda kıyafet deneyeceğini, kaçımızın dans edip sinema, konser ya da tiyatro gösterilerine gideceğimizi düşünüyorum. Bu güvensiz ortamda bu sektörde çalışan insanların diğer çalışanlara nasıl güven vereceği sorusu ile baş başayım. Bir yanda kendim de dahil bir sürü insanın yaşayacağı geçim sıkıntısı, bir yanda sanat dünyasının nasıl devam edeceği düşüncesi, başucumuzda ise hızlı yayılımı ile salgın…

Kimimiz iş yerlerimizden ücretsiz izine ayrıldık, kimimiz yıllık izinlerimizi kullandık, kimimiz ise kovulduk. “Biz bize yeteriz” sloganı ile küçücük çocukların kumbarasına, yıllarını çalışma ile geçiren emeklilerin aylığına bırakıldık. Devlet, halkına güven ve destek sağlamakla yükümlüyken bizler devlete bağışta bulunduk. Ama yok artı yok, yoktu, kendi kendimizle baş başa kaldık. 

“Hadi sokağa çıkın” denildiğinde virüs ortadan kalkmayacak, ancak yaşamımızı idame ettirmek için bizler iş yaşamına geri dönüp geride bıraktığımız ayların borçlarını ödemek için çalışacağız. Bu yükümlülüğün içinde elbette tiyatro işçileri de olacak. Market, dükkân, lokanta gibi tacir statüsüyle vergisini ödeyen salon sahiplerinin vergisini, kirasını düşününce üretme biçimini nasıl devam ettireceklerini düşünüyorum. 

*30-50 kişilik tiyatro grupları fiziksel mesafe kurallarına göre nasıl biçimlenecek mesela? Birer koltuk boş kalsa, oyunlar 10 kişilik seyirci katılımı ile oynansa bu küçük ölçekli gruplar oyunlarını aynı gün farklı saatlerde mi oynayacak? Bu, o grupların ayakta kalmasını sağlayabilir mi? Hem de oyun oynayamadığı aylar olduğu düşünülürse…

*Virüsten önce -birkaç sezondur- tek kişilik oyunların sayısının çok olduğu düşünüldüğünde (kimi ekonomik nedenler, kimi ekip kurulmasının zorluğu, kimi tercihen seçilen oyunlar kimi turnedeki kolaylık) yine tek kişilik performansları izlemeye bu gruplar böyle bir ortamda seyirciyi nasıl ikna edecek?

*Deyim yerindeyse popüler olmayan, sahnesi bulunmayan tiyatro grupları bu sürecin sonunda oyun çıkarabilecek, oyunlarını sahneleyebilecekleri bir salon bulabilecekler mi?

*Ödenekli tiyatroların bu süreçte özel ve bağımsız tiyatrolar için bir destek programı olacak mı? 

*Özel tiyatroların ödenekli tiyatrolarla çekişmesi devam edecek mi yoksa yürüdükleri ortak yolu zenginleştirmeyi mi düşünecekler?

*Bilet başına kesilen vergilerle oyun ücretleri beyaz yakalılara dahi fazla gelen özel tiyatrolar ne yapacak? Kültür Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na, var olan oyuncu sendikası ya da tiyatro platformları nasıl bir güçle gidecek? Daha çok dayanışma ile mi daha eksik katılımla mı? Yoksa Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “özel ve bağımsız tiyatrolara yardım paketi”nden ayrı, birbirleriyle yapacakları bir “Dayanışma Paketi” mi olacak? 

*Yiyeceği yemeği, ödeyeceği ev kirasını, gelen faturaları düşünen sanat işçisi böylesi bir ortamda nasıl üretecek? Zaten güç koşullarda mesleğini yapan bu kişilerle, en azından bu süreci daha az zararla atlatan meslektaşları birbirini görecek, duyacak, ortak işlerde birbirleriyle çalışacaklar mı?

*Çeşitli gerekçelerle birbirine küskün, çeşitli gerekçelerle köşesine çekilmiş, çeşitli gerekçelerle kendi kurduğu ekibin dışına çıkmayan oyuncular, yönetmenler korona sonrasını “yeni dönem, dönüşüm, devrim” diye adlandırıp üretimlerini bu yönde mi yapacak yoksa “güçlü olan ayakta kalır, zayıflar gider” diye mi?

*Oyun yazarları yazdıklarını nasıl görünür kılacak? Yeni bir oyun yazarken kişi sayısı adına bir strateji mi belirleyecek? Çok karakterli oyunlar -özellikle özel tiyatrolarda monolog ve tek kişilik oyunların arttığı düşünüldüğünde- neredeyse sadece ödenekli tiyatrolar tarafından sahnelenirken önümüzdeki sezon özel tiyatrolar repertuvarlarını nasıl oluşturacak? Bağımsız tiyatro grupları ‘Bağımsız Tiyatro Kavramı’nı yerine getirebilecek mi yoksa öylece bir tanımla olarak mı kalacak?

*Digital çağ başlangıcı söylemleri ile gösterime açılan oyunlar, müzeler, söyleşilerin izlenme oranının yüksekliği tiyatro dünyasında kendine nasıl yer açacak? Burada dahi popüler olanın, daha çok bilinen kişilerin izlenirlik oranı diğer az bilinen oyuncu ve gruplardan fazla olduğu düşünülürse, bu farkı ortadan kaldırmak için üretilen projeler nasıl olacak? Seyirci, ücretsiz izleyebileceği birçok film, video varken ücret ödeyerek tiyatro oyunu seyretmek isteyecek mi? Asıl önemlisi kavramsal olarak dijital platformda izlenmeye açılan performanslar, oyunlar tiyatro diye mi nitelendirilecek yoksa yeni bir tür olarak mı adlandırılacak? 

*Tek kişilik oyunlar, yazan-yöneten-oynayan kısımlarını tek başına yürütmeye çalışan tiyatro grupları; turne imkânından yoksun kimi turnelerde de sansüre uğrayan tiyatro grupları; taşeron firmalarla sözleşmeli çalışan oyuncular; ödenekli tiyatrolardan atılan oyuncular; uzun saatlerle dizi sektöründe güvencesiz çalışan oyuncu ve set işçileri; ekonomik durum düşünülerek oyun seçimini belirleyen gruplar; nispeten dizilerden kazandığı parayla ekonomik açıdan daha az zararla bu süreci geçiren tiyatro grupları; oyunlarını öğrencilerinden aldıkları eğitim sürecinde kazandıklarıyla devam ettiren tiyatro grupları; çeşitli meslek gruplarından bir araya gelip çağına tanıklıklarıyla katkı sağlamaya çalışan tiyatro grupları; bu süreçten sonra birleşebilecek mi? DAYANIŞMA, romantizmden uzak gerçekten oluşabilecek mi?

İki kalas bir heves sözü ile tiyatro, koronadan sonra eyleyen değil eylemleten bir meslek olduğunu devlete rağmen asıl kendi içinde duyurabilecek mi? Yoksa işçilerin grevine katılıp kendi işçisine sigorta yapmayan işveren gibi, bizler de sloganlarımızla sessiz sedasız dağılacak mıyız?

Sevgilerle…

6

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku