İnsan Böcek Suretinde Görününce: “Dönüşüm”

Filiz Tanya

Dünya edebiyatında yaygın okunan yazarlardan biridir Franz Kafka. Onun da yaygın okunan kitaplarından birisidir “Dönüşüm”. Yazılmasının üzerinden bir asır geçmesine rağmen halen ilgiyle okunuyor, her okunduğunda da kişi kendisiyle özdeş noktalar buluyor.

Kafka “Dönüşüm” öyküsünde evrensel bir meseleye değinmiştir. Hangi çağda yaşarsak yaşayalım hızla değişen, çağa uyum sağlayamayan, değişime ayak direyenler olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Dünyadaki bütün canlılar zaman içinde çevrelerine uyum sağlamak için değişime uğrarken hamamböcekleri yaklaşık 250 milyon yıldır hiç değişime uğramadan hayatta kalmayı başarmışlardır. Kim bilir belki Kafka’da Gregor Samsa’yı böceğe dönüştürürken bunu düşünmüştür.

Dönüşüm, bir sabah uyandığında kendisini böcek olarak bulan Gregor Samsa’nın hikâyesini anlatır. Ailesinin konforlu ve rahat bir hayat sürmesi için köle gibi çalışan Gregor, o sabah işe gidemez çünkü artık herkes gibi değildir. Bir böceğe dönüşmüştür.

Hiç doymayan bir yaratık gibi sürekli doyurulmak isteyen bu sistem içerisinde insanın önce kendine, sonra çevresine yabancılaşmasını ortaya koyar Kafka’nın hikâyesi. 

Edebiyatla tiyatronun yapısı ve işleyişi farklıdır. Yazılı bir öyküyü sahnede oyuna dönüştürmek de bu anlamda zorlu bir iştir. Altkat Sanat ekibi bunu iyi başarmış. 

Kafka dilin ve edebiyatın geniş olanaklarını kullanarak anlatıyor hikâyesini ama sahneye geçerken başka bir dil gerekiyor. Edebiyat ve görsel sanatlar birbirine hem zıt, hem de kardeştir, her birinin avantajları ve dezavantajları başka başkadır. Sahnede her şeyi gösteremeyiz ama yazılı olanı sahneye taşırken öykünün dinamiğini hesaba katmak gerekir. 

Hikâyenin başkahramanı Gregor Samsa ile ilgili, kitabı okuyan herkesin hayalinde bir böcek görüntüsü vardır mutlaka. Ancak, Kafka kitabının basılması için verdiği yayınevini uyarır; kitabın kapağında bir böcek resmi olmasın, yarı açık kapı aralığından bakan aile üyeleri olsun diye. Çünkü Kafka okuyucunun hayalinde ki Gregor Samsa’ya bir şekil biçmek istemez. Onun temel sorunu aile bireylerinin tutumudur. Ama daha sonra Kafka’nın iradesi dışında kitabın kapağında birçok böcek resmi basılır.

Biz Altkat Sanat’ın Gregor Samsa karakterine nasıl bir şekil vereceğini merak ederken sahnede ters dönmüş bir böcek gibi sallanan, hacıyatmaz formunda bir yarım dünya görüyoruz. Üstünde ise acılar içinde kıvranan Gregor Samsa’yı. 

Bir böceğe benziyor mu? Hayır? 

Peki Gregor Samsa’ya ne olmuş? 

Ankara Cer Modern’de izleme şansı bulduğum Altkat Sanat tarafından sahnelenen “Dönüşüm” oyunu bu soruyu seyirciye bırakıyor. Karşımızda değişime uğrayan insanın, dönüştüğü biçimdeki mücadelesini görüyoruz. Karakter yerde sallanan hacıyatmazın üzerinde bir böcekken, oradan kalkıp zıpladığında başka bir forma dönüşüyor. Konuşma yeteneğini yavaş yavaş kaybeden, gövdesini doğrultamayan, eklemlerini çalıştıramayan bir yarım insan.  Bu durum bana evrim döngümüzü anımsattı, henüz dört ayak üzerinden kalkıp dik duramadığımız zamanları…

Ailesinin bekası için hiç durmadan çalışmış, kendi düşlerinden vazgeçmiş Gregor Samsa o sabah kapısını çalan annesine kapıyı açamaz. Hasta olduğunu, işe gidemeyeceğini söyler. Anne şaşırır. O da ne demek, işe gidememek ne demek? Yıllardır köleler gibi çalışıp eve ekmek getiren, hiç şikâyet etmeyen, ne iş verseler yapan Gregor, o gün işe gitmeyecek mi? Evdekilerin hepsi şaşkınlık içinde. Hatta  Selver Çavuş’un oynadığı Gregor’un müdürü bile bu işe şaşar. Kalkar eve gelir. Elemanının hasta olduğuna inanmamaktadır. Bir gün olsun böyle bir mazeret sunmamıştır çünkü.

Oyunda kitapta olmayan bir karakter var: Müge Saut’un oynadığı Gregor’un iç sesi. Müge Saut aynı zamanda oyunun yönetmeni. İç ses karakteriyle birçok sahnenin kilidini o açıyor. İç ses sayesinde Gregor’un iç dünyasına giriyor, oturduğumuz yerden onunla bir bağ kuruyoruz. İç ses yalnız Gregor’un sesi değil, yer yer olan bitene yorumlar yapıyor. Gregor’un yaşadıklarını sorguluyor. Onunla birlikte bizde sorguluyoruz olan biteni. 

Karşımızda çocukları böceğe dönüştü diye feveran eden aile bireyleri var. Anne eve gelen paranın azalacağı için, kız kardeş konservatuara gidemeyeceği için baba ise otoritesinin sarsıldığı için rahatsız oluyor. Oyunun başında anne ve sevimli kız kardeşin Gregor’a biraz daha sevgiyle yaklaştığı görülse de Gregor’un eski haline dönmediğini gördüklerinde içlerindeki sevgi, merhamete ve acımaya, daha da sonra nefrete dönüşmeye başlıyor. Gregor’un eski haline döneceğini düşünerek ona yiyecek ve su veriyorlar. Yani her şey bir çıkar uğruna. İçlerinde bir tek baba baştaki tavrını hiç değiştirmiyor. Hep sert, hep mesafeli ve hep acımasız. Tam bir iktidar temsiliyetiyle karşımıza çıkıyor.

Oyunun başında küçük Greta’nın Gregor’u anlamaya çalıştığını zannediyoruz. Ağabeyine kendisi için yaptıklarından dolayı bir gönül borcu belki de hissettiği. Çünkü sonunda O da abisini yalnız bırakıyor.  Aslında kendi aralarında yabancılaşmış olan aile bireyleri, Gregor’un başına gelenlerle birlikte bir kopuş yaşıyorlar. Konforlu sayılabilecek hayatlarının bozulması, aralarındaki ilişkinin pamuk ipliğiyle tutturulduğunu gösteriyor. Babanın otoritesi onları bir arada kalmaya zorluyor. Alıştıkları hayat standartlarının yok olacağı korkusu, onları Gregor’un annesi, Gregor’un kardeşi, Gregor’un babası olmaktan çıkarıyor.  Bir çıkış yolu olarak gördükleri Selver Çavuş’un ikinci rol olarak oynadığı kiracı bile onların umudu oluyor. Küçük kızkardeşin kiracı karşısındaki değişimi hiç birimizi şaşırtmıyor nedense. Biricik evlatlarının, sevgili ağabeyinin, bir evcil hayvan olduğunu söyleyecek kadar değişiyor hepsi. ..

Oyunculuklara gelince; Baba karakterini oynayan Nevzat Süs baskıcı ataerkil aile geleneğinin temsilcisi, anneyi oynayan Aydan Cömert ise koca otoritesi altında ezilmiş ama ezikliğini belli etmemeye çalışan kraldan çok kralcı, evin göz bebeği kız kardeşi oynayan Sena Yapar ise çıkarcı bir sevgi pıtırcığı. Az konuşan tıpkı bizim aile sistemimizdeki gibi, engellenmiş, bastırılmış, hayalleri elinden alınmış bir kız çocuğu. Müge Saut’un oynadığı iç ses ise uyarıcı bir işleve sahip. Bu karakterin broşürde yazdığı haliyle bir iç ses fakat aynı zamanda dış dünyayı sorgulayan, eleştiren ve yanıtlar üreten bir dış göz niteliği de taşıyor. Gregor’un çaresizliği bir bir balyoz gibi ruhumuza çarparken iç sesin tutumu ise bir tokat gibi aklımıza çarpıyor. 

Gelelim Gregor’a… Gregor karakterini oynayan Mehmet Selin Sağdıç’ın performansı çok etkileyici. Yaptığım araştırmada kendisi aynı zamanda bir pantomim sanatçısı. Vücut dilini öylesine iyi kullanıyor ki bizi gerçekten insani hareketlerden uzaklaştığına inandırıyor. Konuşma yetisini kaybetse bile onun başkalaştığını görebiliyoruz. Sahnede insani hareket yetisini kaybetmiş, kasılan bir yaratık var. Bir an da olsa, ara sıra biz de gerçekliği kaybedebiliyoruz. Tüm bunlara rağmen Gregor sahnedeki en gerçek karakter. Kendinden hiç vazgeçmeyen, hayata karşı dimdik duran tek karakter. Ama bu kirli düzenin içinde daha ne kadar hayatta kalabilir. Günde kilometrelerce yürüyerek çalışma makinesine dönen Gregor’un tutunabileceği bir hayat var mı?

Sahnede çok basit bir dekor var. Zemin siyah bir naylonla kaplı. İnsana karanlık suları çağrıştırıyor. Ortada böcek kabuğuna benzetebileceğimiz sürekli sallanan bir yarım bir küre var. Yeri geliyor Samsa’nın yatağı oluyor, yeri geliyor kabuğu oluyor. Yerdeki siyah naylon ve üzerindeki yarım kürenin etrafında geçiyor bütün oyun. Bu da bizi kocaman sahnede dar bir alana sıkıştırıyor. Gregor’un o küçük dar ve havasız odasını hepimiz kavrıyoruz…

Kostümlere baktığımızda, çürümenin rengini ve parçalanmışlığını görüyoruz. İç ses de ise daha çok şamanik bir etki var. Bu da iç sesin oyun içindeki tutumuyla örtüşüyor.  Makyajlar ise oldukça abartılı. Annenin saç modeli ise tam bir böcek antenini andırıyor. Oyundaki her şeyin üzerinde -oyuncular dahil- etiketler var.

Acaba değişen kim? Yabancılaşan kimler, diye düşünmeden edemiyor insan. Her şeyin bir fiyatının olduğu yerde değişmeden kalabilir mi insan?

Oyunun sonunda Gregor karakteri ölüyor. Hayat onu terk ediyor. Ailenin üzerinden büyük bir yük kalkıyor. Hepsi hafifliyor adeta. 

Kitaptan farklı olarak, oyunda bütün aile birlik olup Gregor’un cesedini bir çöp torbasına koyup atıyorlar. Yerlerde sürüklüyorlar. Onlar için bir zamanlar çok değerli olan biricik evlatlarını değersiz bir atık gibi, gönül rahatlığıyla bir çöp haline getiriyorlar. Asıl değişim burada, asıl dönüşüm burada. “Kıymetli bir evlattan, basit bir çöp yaratabilen aile bireylerinin hikâyesidir bu” diyor, izlediğimiz oyun bizlere. 

Altkat Sanat karşımıza çarpıcı bir Kafka yorumuyla çıkıyor. Asıl hikâyeyi aile bireylerinin ilişkisi etrafında örüyor. Yabancılaşmanın aile içerisinde başladığını, tüm hayatımızı bir örümcek ağı gibi sardığını söylüyor bize. Günümüzün en büyük sanrısı sanırım bu, işte bu yüzden oynadığımız oyunlar bize oynananlara karşı olsun…

3

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku