“Kalp”: Hayat Boyu Sevmekten Utanmaya Mahkûm Edilenlerin Hikâyesi

Sema Elcim

Amerikalı oyun yazarı ve LGBT hakları aktivisti Larry Kramer’in otobiyografik metni “The Normal Heart”, “Kalp” adıyla Craft Tiyatro’da sahneleniyor.

Larry Kramer metninde, 80’li yılların başlarında salgın şeklinde yayılan ve peş peşe birçok insanı ölüme sürükleyen AIDS virüsüne karşı, özellikle eşcinsel camiada verilen mücadeleyi, kendi gerçekliğinden yola çıkarak ortaya koyuyor. 

Oyunda Ned Weeks karakteri ile yer alan yazar ve bir grup gay arkadaşı, 1981 New York’unda, cinsel devrimden sonra kazandıkları özgürlüğün doruklarında,  hızlı bir yaşam sürmektedir. Her biri kendi alanında saygın bir konuma ve iyi bir hayata sahip olan grubun keyfini, hayatlarına sinsice giren ve hızla yayılıp birer birer onları ölüme sürükleyen bir virüs fena halde kaçırır.

Başta yalnızca gay’ler arasında ve cinsel ilişki yoluyla bulaştığı sanılan ve hatta “gay kanseri” diye tanımlanan hastalığın, aslında eşcinsel insanlara özgü olmadığı bilinmektedir. Ancak bu gerçeğin üstü sıkıca örtülür ve açılmaması için de türlü bürokratik engeller ortaya konur. Zamanla yarışarak kurbanlarının birinden diğerine yayılan bu salgının farkına varan az kişiden biri,  Doktor Emma Brookner olur.

Beş yaşında aldığı çocuk felci virüsü nedeniyle hayatını tekerlekli sandalyede geçirmekte olan Doktor Brookner, başta tehdit altındaki eşcinsel camia olmak üzere, toplumu uyandırmak adına kendisine yardım edecek etkili birini ararken, yolu Ned Weeks ile kesişir.

Brookner hastalarını hayatta tutmak için canla başla çalışırken, Weeks kendi camiasını bir araya getirip, GMHC (Eşcinsel Erkek Sağlığı Krizi) adlı örgütü kurar. Gencecik insanlar hızla ölüme sürüklenirken, Ned’in sevgilisi The New York Times’ın moda yazarı Felix Turner da amansız hastalığın kurbanlarından biri olmuştur.

Yazdığı her dramanın, aşkın doğasını ve engellerini anlama arzusundan kaynaklandığını belirten Larry Kramer’in çarpıcı oyunu Kalp, zorlu bir yaşam mücadelesi ve sınır tanımayan aşkların hikâyesini anlatıyor. 2014 yılında orijinal ismiyle sinema filmi olarak da yorumlanan oyun;  AIDS ve eşcinsellik gibi iki önemli temayı; aşağılanma, yok sayılma, ötekileştirilme gibi kavramlar üzerinden işliyor.

Günümüzde yoğun bir tehdit oluşturan homofobiye karşı bir duruş, HIV pozitif yaşam farkındalığı ve eşcinsel toplumla yapılacak empati anlamında önemli bir oyun olan Kalp, aynı zamanda “Sağlık denen şey, politik bir mesele! Hakkını alamıyorsan savaşacaksın!” gibi vurucu mesajlar da içeriyor.

Kalp, Craft’ın başarılı yönetmeni İbrahim Çiçek rejisi, genç ve dinamik oyuncu kadrosuyla Türkiye tiyatro seyircisiyle buluşuyor. Çiçek oyunu sahnelerken, filmden etkilenme tuzağına düşmemiş. Ancak sinema ile yarışacak açıklığı tiyatro sahnesine taşımış. Yer yer seyirciyi rahatsız edecek ve bir kısmını oyunu terk etme noktasına getirecek gerçeklikteki durumların, bu kadar genç bir kadro tarafından hatasız verilmesi, sahne geçişlerinde blackout’ları engelleyen dekor kullanımı, dönemi ve ruhu yansıtan müzik seçimi, oyunun etkileyici yanlarından bir kaçını oluşturuyor.

Sezonun önemli oyunlarından Kalp hakkında, yönetmeni İbrahim Çiçek ve Felix Turner rolünde başarılı bir performans sergileyen genç oyuncu Cem Yiğit Üzümoğlu ile sohbet ettik.

Neden bu oyun? Bir Larry Kramer oyunu mu sahnelemek istediniz, yoksa direkt yöneldiğiniz The Normal Heart metni miydi? 

İBRAHİM ÇİÇEK : Geçmişte filmini izlediğim ve en küçük karakterin bile çok güçlü çizildiğini görüp etkilendiğim bir oyun bu benim. Yazarın çığlığını duyduğunuz bir metne sahip, sağlam konulu ve ayrıca tam bir oyunculuk oyunu. Ben de oyuncu çalıştıran bir yönetmenim. Oyun seçerken, hikâyenin kendisini severek başlıyorum işe. Ondan sonraki aşama ise oyuncuların hikâyeyi benim kadar sevmesi oluyor.  Bu ikisi olursa, iyi bir oyun çıkıyor ortaya. Bu sağlanmazsa zaten o oyuncuyla çalışmak da doğru değil.

Larry Kramer’in metni, iki büyük tabuyu kapsıyor; Eşcinsellik ve AIDS. Kramer, metninde bu konudaki savaşını Ned Weeks karakterinde ortaya koyarken bir yandan da Yahudilik meselesine dokunuyor. Genel bir bakışla, ötekileştirilme, yok sayılma ve aşağılanma temaları çok yoğun. Siz, yazardan yükselen bu çığlığı sahneye taşırken, seyirciden beklediğiniz tepki neydi?

İ.Ç. : Olumsuz bir tepki alacağımızı düşünmedik. Daha da doğrusu o kadar yoğun bir prova süreci geçirdik ki, gelecek tepkileri düşünme fırsatımız olmadı belki de. 

Peki, oyun çıktıktan sonra ne tür tepkiler geldi?

İ.Ç. : Bizi etkileyen, aldığımız güzel tepkilerden bir kısmı, bazı HIV pozitif insanların bıraktığı mektuplar ya da oyunculara attıkları mesajlar oldu. 

Konuyla ilgili destek aldınız mı?

Oyuna hazırlanırken, Pozitif Yaşam’la çalıştık. Pozitif Yaşam, bir HIV pozitif derneği. 

CEM YİĞİT ÜZÜMOĞLU: Çoğunlukla olumlu tepkiler aldık. Olumsuz tepkiler ise oyun bitmeden çıkan birkaç seyirci tarafından verildi. Onların çıkması bile aslında doğru bir iş yaptığımızı gösterdi bize. Çünkü kendileriyle yüzleşemediklerinin farkına varıyorlar. Dayanamayıp oyundan çıkacak kadar uyarmış oluyoruz o seyirciyi.

İ.Ç. : Genelde aynı sahnede çıkılıyor. Bu bizim beklediğimiz bir şeydi, çok da yadırgamıyoruz. Ancak çıkanlar, kalanlar tarafından, gösterdikleri homofobik tepki nedeniyle ayıplanıyor aslında.

Seyirci, sahnede ya da ekranda trans birey görmeye daha mı alışkın acaba? Gay anlatım çok mu yabancı geliyor? Bu tarz oyunları bu yüzden mi “cesur” diye nitelendiriyoruz?

İ.Ç. : Ünlü figürler nedeniyle trans bireylere yabancı değil seyirci. Ancak gay’lerden bahseden ilk oyun da Kalp demek yanlış olur. Çünkü “in yer face” akımının örneklerini sahneleyen birçok tiyatro grubu, bu konuyu kullandı. 

Bir oyuncu olarak aileniz ve arkadaşlarınızdan nasıl tepkiler aldınız bu oyundan sonra?

C.Y.Ü. : Ailem ve arkadaşlarım büyük bir merak ve ilgiyle seyrettiler oyunu. Öncesinde oyundan pek bahsetmemiştim, bu nedenle sahnede bir sürprizle karşılaştılar. Ve çok beğendiler, gurur duydular, mutlu oldular.  Yakın bir arkadaşımın, beraber sergi gezip, konsere gittikleri ya da oyun seyrettikleri bir grubu var. Arkadaşım bizim oyuna da o grupla geleceğini söylediğinde, “içinizde homofobik olan var mı” diye sordum. O da bana “sanırım bir kişi öyle” dedi. “O zaman mutlaka gelin, onu da bilhassa getirin” dedim. Gerçekten de homofobik arkadaşın da aralarında olduğu yedi sekiz kişilik bir grup gelip oyunu seyrettiler. Oyun bittikten sonra yanlarına gittim, diğerleri çok beğendiğini söylerken, baktım bu arkadaş, biraz uzakta, boynu bükük, düşünceli duruyor ve bana gülümsüyor. Sonra yaklaşıp, mahcup bir ifadeyle “tebrik ederim, emeğinize sağlık” dedi. İşte o anda onda olan şey, bir kırılmaydı aslında. Ve bu beni çok mutlu etti. Oyunun iki büyük meselesi var; biri HIV pozitif, diğeri homofobi. Eğer seyirci üzerinde bu noktalarda olumlu bir etkisi oluyorsa, bu oyun doğru yolda demektir. 

Kalp’te anlatılan, zor bir dönem, zor bir yaşam…

İ.Ç. : Evet. HIV pozitif yaşamla ilgili şöyle bir şey var; insanlar hırsız olduğunu, kötü kalpli olduğunu ya da yalancı olduğunu kimseye söylemek zorunda değilken, bu insanlar biriyle birlikte olmadan önce durumlarını açıklamak mecburiyetindeler. Yani hayat boyu sevmekten utanmaya mahkûm edilen insanlardan bahsediyoruz burada. Sayılar 1980’lerle aynı olmasa da, AIDS veya HIV pozitif yaşamın zorluklarının günümüzde hafiflediğini söyleyemeyiz. Bu nedenle çok da o dönemle sınırlı bir oyun sayılmaz aslında.

Dekor, sahne geçişlerinde tempoyu düşürmemek ve seyircinin ilgisini koparmamak bağlamında çok başarılı. Ayrıca 80’li yılları yansıtma anlamında da oldukça gerçekçi. Ancak, sahnedeki oyun alanı bana biraz dar geldi, hem de bu kadar çok oyuncuyla… Bu, sıkışmışlığı vermek için özellikle mi tercih edildi? Yoksa imkânlar mı buna zorladı?

İ.Ç. : Dokuz oyuncuyla oynuyoruz biz bu oyunu. Ama ben oyuncu sayısı ile sahnenin büyüklüğünü karşılaştırmadım. Yani bu sahnede bu kadar oyuncuyla oynanır, ya da tam tersi bu kadar oyuncu için şöyle bir sahneye ihtiyaç var gibi bir düşünceye kapılmadım. Bazen seyircinin sahnede olanın tümünü görmemesi, tercih bile edeceğim bir durum. Çünkü tiyatro sadece göze değil, kulağa da hitap eder. Ben biraz o karantina hissini de seviyorum. Seyircinin algısını kırmak üzerine yapıyorum rejiyi. Bir de bu oyun, blackout’larla yazılmış bir oyun, yani ışık söner, sahne değişir mantığında. Biz bunu, kullandığımız dekorla kırdık. 

Cinsel Devrimden sonra, özellikle de 80’lerde gay topluluğun içinde olduğu seks ve uyuşturucu odaklı gece hayatının, AIDS tehdidi ile kesintiye uğradığı ya da gay’lerin hayatlarını belirli normlara (tek eşlilik, güvenli seks ya da aşk ilişkisi yaşamak gibi) soktuğu izlenimine kapıldığımız bir sahne var. O sahnedeki açıklık, bu vurgu için miydi?

İ.Ç. : Ben, asla ahlakçı bir tavır sergilemek istemem. Uyuşturucu kullanımı ya da tek eşlilik seçimlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı kişinin kendisine kalmıştır. Tek eşlilik doğru olan mıdır ki? Benim vurgulamak istediğim, ahlaklı olarak tanımladığın insanın başına gelen şeyle, ahlaksız diye tanımladığın insanın başına gelen şeyin aynı derecede önemli olduğu. Bahsettiğiniz sahnenin oyunda olmasının amacı; hastalığın ilk çıktığı dönemde,  gay camianın başta o kadar da farkında olmadığı ve hatta kurdukları derneğin temellerinin de böyle bir kostüm partisi sırasında atıldığını anlatmaktı. Asıl farkındalık, kendi sevdikleri ölmeye başladığında ortaya çıkıyor.

Kast nasıl oluştu? O süreçten bahsedelim mi biraz?

İ.Ç. : Tabii. Başta benim kişisel tercihim olan iki oyuncu vardı; Nilperi ve Cem. Kalanı için ise büyük bir audition yapıldı. Cem’in oyuna dâhil olma öyküsü de ilginçtir. Kendisine “tiyatro yapmak istiyor musun?” diye bir mesaj attım. Anında cevap verdi; “Olur, Kadıköy’deyim, uğrayayım mı?” Ve on beş dakika sonra buraya geldi.

C.Y.Ü. : O kadar istiyordum yani.

İ.Ç.: Necdet, Burak ve Soner ise Craft’tan mezun oyuncular. Diğerleri dışarıdan katıldı. Çok şanslıyım ki, harika insanlarla çalıştım.

C.Y.Ü. : Çok keyifliyiz. Hayatta bir şeyler yaşadığınız insanlarla çalışmak çok başka oluyor. Üç ay önce Seferihisar’da geçen bir olayı hatırlatabiliyorsun bir jestinle partnerine ve o an inanılmaz bir şey oluyor aranızda. Ben çok mutluyum bu ekipte yer almaktan.

Oyunu okuduktan sonra ne kadar düşündünüz diye sormuyorum o zaman.

C.Y.Ü. : Evet, on beş dakikada geldim, okudum ve varım dedim.

İ.Ç. : Ben, oyuncunun uzun süre düşünenini anlayamıyorum. Benim bekleyen bir e-mailim varsa uyuyamam o gece. Neyi düşünüyorlar ki? Şartlar uygunsa varım, değilse yokum dersin. Bir buçuk ay sonra “kabul ediyorum” diye dönemezsin, tiyatro sezonu olan bir şey çünkü. Bu, biraz disiplinsizlik gibi geliyor bana.

Oyunun hazırlık aşaması ne kadar sürdü?

İ.Ç. : Dört artı dört. İlk dört ay ben çalıştım, sonraki dört ay oyuncularla beraber çalıştık.

Yutmak, Killology, Kalp hepsi çok cesur işler. Şimdi yeni bir oyununuz daha geliyor. Cesaret mi her birinin ortak noktası, ne dersiniz?

İ.Ç. : Biz burada, ortalamada yaşamaya o kadar alışmışız ki; en ufak farklılık, büyük bir cesaret olarak yorumlanıyor. Azıcık başını kaldırdığında, “çok cesursun” tepkileriyle karşılaşıyorsun. Asıl cesaret, oyuncunun aldığı risk bence. Kalp oyunu için çok cesur oyun denmesinin sebebi büyük ölçüde içerdiği sevişme sahnesi yüzünden. Metinde o bölüm, öpüşme olarak geçiyor. Ancak, o anda sadece öpüşerek ayrılan bir çift varsa dünyada, ben onlarla tanışmak isterim. Orada yaşandığını bildiğimiz gerçeğin üzerine gittik sadece. Yutmak’taki öpüşme sahnesi için de aynı şey geçerli. Yani bir şeyin normalini yaptığınızda cesur oluyorsunuz.

C.Y.Ü. : Burada tiyatronun önemi çıkıyor aslında ortaya. Sinemada beğenmediğin, seni rahatsız eden bir sahneyi atlama imkânın var, ancak tiyatroda sonuna kadar seyretmek durumundasın. Yapabileceğin hiçbir şey yok, yüzleşmekten başka. Biz insanlara o duyguları hissettirebiliyorsak, iyi veya kötü fark etmez, bu çok önemli bir şey. Çünkü insanlar gittikçe daha fazla hissizleşiyor.

Craft’ta genelde yabancı yazarların oyunları oynanıyor. Siz bir Türk yazarın oyununu sahnelemeyi düşünmez misiniz? 

İ.Ç. : İsterim tabii. Çok iyi yazarlar var. Kemal Hamamcıoğlu gibi, Murat Mahmutyazıcıoğlu gibi, Berkun Oya gibi. Çok isterim bu insanların oyunlarını sahnelemeyi. Metin önerisi gelmiyor, gelse yapabilirim.

Kalp, gelecek sezon devam edecek mi?

C.Y.Ü. : Bence devam etmeli. Yaşlanana kadar oynayabilirim bu oyunu.

İ.Ç. : Gerçekten çok sevdik biz bu oyunu. Dürüst olmak gerekirse, oyuncularımı oyundan da çok sevmeye başladım. O yüzden, onları görmek için de olsa, uzun süre oynasınlar istiyorum.

Turne planınız var mı?

C.Y.Ü. : Avrupa olabilir bence.

İ.Ç. : Olmalı tabii. Orada oynanmaz, şurada ayıplanır gibi düşünceler, bizim kişisel kaygılarımızdan gelen sınırlamalar.

 

NOT: Bu yazı, TEB Oyun Dergisi’nin  41. sayısında (Bahar 2019) yayınlanmıştır.

 

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku