Karantina Günlerinde Oyun Okumak: Hayat Perdesi Açılıyor!

Emel Bala

Hiçbir kurgu bu kadar ileri gidemezdi. Tüm dünyayı evine hapseden bir oyun, bir film izlesek, ne de abartmış der, alay ederdik. İşte bu oyun mu, gerçek mi, diyerek sürekli zihnimizi yokladığımız karantina günlerinde bir yığın öneriye maruz kalmak da cabası. Sanki tek sorunumuz kaliteli zaman geçirmekti bugüne kadar!

Karantinadan önce müzeler, kütüphaneler, tiyatro salonları dolup dolup boşalıyordu da eve girince hepsinden uzak kalmanın, yasına büründü insanoğlu. Tüm bu olup bitene bazen yorgun, bazen şaşkın bakarken, insanı kendine getiren yegane şeyin okumak olduğunu tekrar gördüm. Çünkü zihninle, yüreğinle seni başbaşa bırakan tek şey o! Ve kapitalist sistemin sabah başlayıp akşama kadar süren korkunç koşturma düzenine duvar örüp, seni yavaşlatan en kıymetli şey okumak! Tüm bunları düşünürken, eski oyunları okumaya döndüm ve kendimi yine açılan perdelere, yanan ışıklara, gelen kahkahalara, kostümlere, dekorlara dalmış buldum. Tiyatronun büyüsüne  kapılmamak ne mümkün? Bir yandan da cevapsız sorularla boğuştu yüreğim. Salonlar tekrar ne zaman açılacak, oyunlar ne vakit perde diyecek, insanlar birbirinden korkmadan büyük bir huzurla iyi bir oyunu, güzel bir konseri, kaliteli bir filmi, aynı salonda yan yana  gülerek, ağlayarak, öfkelenerek hiç tanımadığı bir yabancıyla aynı anda aynı duyguları paylaşarak bunun keyfiyle ne zaman seyreyleyecek? İçimden uzun bir “ah” geçti… Ah!  Uzun bir zamandır iktidarlar tarafından hep virus gibi görülen sahne sanatları gerçek bir virüsün etkisinden uzun bir süre çıkamayacak, bu gerçek sol yanımızı biraz daha yaralasa da,  durabilir mi sanata baş koyan bir insan? Durmamalı, durmasın da… Yazalım mesela, oynanmasa da, hep yaptığımız gibi umut ederek!

İşte bunları düşünürken soruyorum, bir oyun sahnede var olur elbet, ama oyunlar okunur da, sadece tiyatro insanları tarafından mı okunur?  Ya da neden sadece yazarlar, tiyatro oyuncuları, yönetmenler oyun okur? Öyle oyunlar var ki yazılmış, okurken anlarsınız insanı. Bir kadını bir oyunda, bir diyalogta tanıyamadığınız kadar tanırsınız, hiç sesli dile getiremediğiniz tutkuları görürsünüz kötü oyun kişilerinde, içinizdeki vahşiyi tanırsınız. Aşkı bir kadının bir erkeğin karşılıklı sahnesini okurken duyumsarsınız. Düzene karşı çıkan, sonunun ölüm olduğunu bilerek mücadeleden vazgeçmeyen kahramanın yolunun taşlarını onunla döşer, susan, kabullenen yanınızla kavgaya tutuşursunuz. Çünkü oyun akıp giden hikayelerin yakın çekimidir. Sizi yavaşlatır, size diyaloglarla, aksiyonlarla, çatışmalarla anlara büyüteç  tutma fırsatı verir. Böylece kahramanı kendiniz olduğunuz hayatınızda rolünüzü ne kadar iyi oynayıp oynamadığınızı, başrol olmanız gerekirken hayatınızın perdesinde başkalarını başrol yapıp yapmadığınızı görür, içinizde sizi büyütücek, geliştirecek bir çatışmayla boğuşursunuz. İşte o vakit tiyatro gülümser, ayna tutma görevini yerine getirmenin huzuruyla yeni yüreklerde perde açmak için yola koyulur.

O zaman  okuma tercihlerimde bir değişiklik yapayım diyenler, ne duruyorsunuz yüzlerce oyun okunmayı bekler. Kendi hayatımıza bile balkondan bakarken sistemi eleştiren Genet’den  Balkon’u, virüsün ve etkilerinin geçmesini beklerken Beckett’in Godot’u Beklerken’ini, birbirimize yardım edeceğimiz kenetleneceğimiz yere yok etmeye odaklanan insanı görmek için Ionesco’nun Gergedanları’nı, içerde ve dışarda olmak kavramını sorgulamak için Melih Cevdet Anday’ın İçerdekiler’ini, kapitalist sistemin ne kadar vahşileşeceğini hala anlayamadıysanız Dürenmatt’ın Yaşlı Bayanın Ziyareti’ni, korkunun insanı nasıl bir sürüngene dönüştürdüğünü görmek istiyorsanız  Brecht’in III. Reich’in Korku ve Sefaleti’ni, tek başına da olsa toplum düzenine direnen bilim insanını görmek istiyorsanız, -buradan sağlık neferlerine selam olsun- Ibsen’in Bir Halk Düşmanı’nı, bu zor zamanda inatla çaresiz halka zam uygulayan düzenin geleceği sonu görmek istiyorsanız Dario Fo’nun Ödenmeyecek Ödemiyoruz’unu, ülkenin durumunu, hiç değişmeyen acı gerçeklerini “Gülüyoruz ağlanacak halimize” diyerek görmek istiyorsanız Aziz Nesin’in oyunlarını, inatla ezen ezilen ilişkisini körükleyenleri görmek için Haldun Taner’in Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ını okuyun. Ve hayalgücünüzdeki sahnede başlayın oyunun perdelerini açmaya, hangi rol sizin, hangi replik yüreğinize denk düştü, hangi durum yaşadıklarınıza tercüman,  salonlar kapalı, ama tiyatro akan bir su gibidir, yolunu bulur ve gün yüzüne çıkar elbet. Eeee o zaman haydi hep birlikte Perdeee!

4

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku