Kendi Hayatlarının “Tüccarlar”ı…

Sadık Aslankara

Joël Pommerat’tan Ayberk Erkay çevirisiyle Ragıp Ertuğrul’un yönetip Zeynep Erkekli’nin sunduğu Tüccarlar adlı oyundaki sözler, broşüre de alınmış. Şöyle diyor:

“Çalışmak bir haktır, evet ama bir ihtiyaçtır da, bütün insanlar için. Hatta bunun ticaretini yaparız biz. Çünkü bununla hayatımızı kazanırız. Tüccarlara benzer hepimiz. İşimizi satarız. Zamanımızı satarız. En değerli olan şeyimizi. Ömrümüzü. Hayatımızı. Bizler kendi hayatlarımızın tüccarlarıyız. Ve işte güzel olan da bu. Soylu olan bu ve aynanın karşısına geçip de kendimizi gururla seyretmemizi sağlayan bu…”

Rest Tiyatro yapımı olarak sunulan Tüccarlar’ı, 19 Aralık’ta Eskişehir Zübeyde Hanım Kültür Merkezinde izledim. Aynı gün Cumhuriyet’te yer alan bir haberde, “tüccar” olarak nitelenen bu insanların İngiltere’deki işyerlerinde tuvalette geçirdikleri sürenin yirmi sekiz dakikaya kadar çıkması nedeniyle on üç derecelik bir eğimle onları orada beş dakikadan daha fazla tutamayacak bir tuvalet tasarımı geliştirildiği haberini de okumuş oldum bunun yanı sıra. 

Demek ki kendi sınıfının paracı tüccarları, kendi hayatlarının emekçisi tüccarlara karşı. Tamı tamına bir sınıf savaşı öyleyse. Neden böyle?

Ergin Yıldızoğlu’nun deyişiyle, “egemen sınıflardan insanlar, egemenliğin kaynağındaki ekonomik ilişkilerin koyduğu sınırları, sınıfsal konumlarından vazgeçmeden aşamazlar” da ondan. (Cumhuriyet, 02.01.2020)

O zaman Tüccarlar’da izlediğimizce paranın tüccarları yeri gelir emekçilerin, işçilerin üzerine bomba da atabilir pekâlâ. Latin Amerika’da muz plantasyonlarında işçileri makinelilerle taradıkları gibi. 

“Hayatın Tüccarı” Olmak…

Ethem Özgüven’in Petra Holzer ve Selçuk Erzurumlu’yla birlikte yönetmenliğini yaptığı bir Tuzla belgeseli vardır: Tuzla Tersaneleri’nde Hayat (2008; 41’). Tuzla Tersanedeki işçi ölümlerinin ülke gündeminden düşmediğini biliyoruz. O belgeselde işçilerden biri aklımda kaldığımca şöyle söyler: “Bir işçi ölür, üstüne bir Hürriyet örterler, ötekiler çalışmaya devam eder, boşalan işçinin yerine girmek isteyenler de sıraya girer.

Bir dehşet belgesi bu, tüccarlığın ne menem bir şey olduğunu göstermeye yetiyor. “Hayatın tüccarı olmak”, bedenini satmanın çok daha ötesinde bir trajik vurgu getiriyor önümüze. Buna karşın ama Soma’da hayatlarının tüccarı olarak kara toprağa girenler tevekkülle yeni ölümler beklemeyi sürdürüyor ne yazık ki.

Nâzım Hikmet’in ünlü Memleketimden İnsan Manzaraları’nı anmanın tam da yeri sanıyorum. Seksen yıl önce Haydarpaşa garı merdivenlerinde “İşsiz kalırsam,” diye düşünen o insanlar unutulabilir mi? O büyük Nâzım, leitmotiv olarak aralıklarla dışa vurur insanlardaki “İşsiz kalırsam” korkusunu. 

İşte oyunun asıl gücü, kurduğu atmosfer aracılığıyla, üstelik içerden bakışla insanda temel kaygıya dönüşmüş bu korkuyla bizi yüzleştirmesinde yatıyor denebilir. 

Bir kadının anlatımından oluşan Tüccarlar, bu nedenle çok daha derin etkiyle kuşatıyor seyirciyi. Bu kadın çünkü bizi ta içimizden yakalayıp sahneye çekiyor, tutup kolumuzdan oyunun içine alıyor. 

Şimdi oyuna, biraz da topluluğa kısa göz atışla değinerek Tüccarlar üzerine düşünce gevişine geçebiliriz. 

Tiyatromuzda Yeni Bir Soluk: Rest Tiyatro

Rest Tiyatro, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği başkanlığını da yürüten Ragıp Ertuğrul’un öncülüğünde kurulan, ilk kez geçen mevsim perdelerini açmış çiçeği burnunda yeni bir topluluk. Ragıplar’ın önceki mevsim sergiledikleri Milan Kundera’dan Jacques ile Efendisi’ni izleyememiştim. Ama tüm oyunlarını sergilemeyi sürdüren, bu arada dağarına yenilerini de ekleyen topluluğun göremediğim bütün oyunlarını bir sırasını yakalayıp izlemeye kararlıyım doğrusu. 

Henüz yeterli veriye yaslanmasam da şu ana kadar bende oluşan izlenim, Ragıp Ertuğrul yönetiminde topluluğun bir düşünce-eylem tiyatrosu temelinde kendisine yer açmaya çabaladığı yönünde diyebilirim. 

Gerçekten de Tüccarlar’da, bu seyirlik sunumun, halkımızın neredeyse en temel sorununa dönük estetik bir çığlık haline getirildiği öne sürülebilir. Öylesine can alıcı halde yaşadığımız olgular bütünlüğü, sahne plastiğinden ödün verilmeksizin somutlanıyor çünkü Rest Tiyatro tarafından. Böyle olunca topluluğun sahne manifestosuna değgin kimi önemli veriler kendiliğinden ortalığa dökülüyor. 

Zeynep Erkekli’nin Zorlu Oyunu…

Yukarıdan bu yana kaleme getirdiklerimin sahnede tek bir göstereni var; bir kadın. Bu kadın hem işçi, hem işsiz, hem oyuncu hem seyirci, hem biz hem öteki. İşte oyuna somut hüner ekleyen gösteri böyle çıkıyor ortaya. 

Kim bu hünerli gövdeyi bizim yeniden kurgulayıp somutlamamızın önünü açan derseniz, o zaman sahnede parlayan bu oyuncunun adını anmak yetecek: Zeynep Erkekli. 

Zeynep, insanoğlu denen şu zavallının, varlığını sürdürebilme doğrultusundaki temel güdüsünü, yani açmazını bir at gözlüğü haline getirip, üstelik bunu göstererek sergiliyor karakteri. O zaman o karakter gerçekten bir işçi ya da işsiz oluyor, hatta bütün bunların ardında bunu yansılayan oyuncu Zeynep’in kendisi oluyor, sonra sahneden bir lav halinde taşıp bir bakıma biz seyirciyi yutuyor. Sonra bir de bakıyoruz ki yazarın bize “Tüccarlar” diyerek gösterdikleri aslında biz oluyoruz.

Pommerat’tan Ayberk Erkay çevirisiyle Ragıp Ertuğrul’un yönettiği, proje asistanlığını Fulden Obiz ile Sercan Er’in üstlendiği, görsel tasarımı Gökay Genç, fotoğrafta Eser Köse imzasını taşıyan, Zeynep Erkekli’nin sunduğu, Rest Tiyatro yapımı Tüccarlar, bu mevsim en şaşırtıcı oyunlar arasında başı çekiyor.

3

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku