Kolektif düşünceye, kolektif yaşantıya dayalı bir yapı: “CAS”

İsmail Cem Özkan

Uzun bir soluklu alandır tiyatro; insanlık tarihinin birikimlerinin, iyi ve güzel olanın insana insan ile sunulduğu bir alan. Binlerce yıl usta çırak ilişkisiyle, nesilden nesile bikirimler taşınmış, taşınırken de yeni deneyimler eklenir tiyatroya. Üç duvarlı bir alana girip sahneye baktığımızda,  salonda binlerce yılın birikimi olduğunun farkında değiliz belki.  Bazılarımız izlediğimiz oyunun etkisini uzun yılar üzerinde taşırken, bazılarımız ise oyun biter bitmez unutuyor sahnede olan biteni…

Cihangir Atölye Sahnesi‘ndeki yılların birikimi, eğitim süreçleri, usta-çırak ilişkisi benim çok ilgimi çekti. Muhsin Kayar‘dan (CAS’ın Basın ve Seyirci İletişim Danışmanı) “Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!” adlı oyun için davetiye istedim ve sağolsun beni kırmadı. Oyundan çok etkilendiğimi saklamıyorum, üzerine yazdım zaten:http://www.tiyatrodergisi.com.tr/politik-mizah-ezilenlerin-duvar-yazisidir-odenmeyecek-odemiyoruz.html

Oyun biter bitmez, emeği geçen her oyuncuya teşekkür etmeyi yazıma bırakarak sessizce uzaklaşırken,  CAS’ı yaratan insanlarla bir söyleşi yapmayı kafama koymuştum.  İşte geçtiğimiz günlerde bu fırsatı yakaladım ve aşağıda okuyacağınız sohbeti gerçekleştirdik… Uzun soluklu birikimilerini yeni nesillere aktaran Arzu Gamze Kılınç ve Muhammet Uzuner ile Cihangir Sanat Atölyesi’nin ortak yaşam alanında buluştuk. Benden önce bir çok gazeteci gelip röportaj yapmış, röportajlarda birbirini tekrarlayan sorular ve yanıtların dışına çıkmak için Muhammet Uzuner ile başladım söyleşiye. Başlangıçta sohbetimize mimikleri ile katılan Arzu Gamze Kılınç, ilerleyen dakikalarda söze karıştı… Ve güzel sohbetimiz böylece başladı. Klasik bir röportaj biçimi yerine içimden geldiği gibi yazıyı ortaya çıkarmaya özen gösterdim…

Cihangir Atölye Sahnesi’ni kurma amacınızı iki cümle ile ifade etmiş olsanız, nasıl ifade ederdiniz?

Bizim amacımız iyi insan olmak, mutlu yaşamak, başkalarını mutlu etmek… Tiyatroyu bir bahane olarak görüyoruz; iyi bir insan olmak için bir araç olarak görüyoruz. Tiyatro ve okulu da bu bakış açısı ve amacıyla kurduk. Kolektif düşünceye dayalı, kolektif yaşantıya dayalı bir yapı kurduk. Sadece oyun sergileyen tiyatro olmak istemiyoruz, bu yapı içinde (Cihangir Atölye Sahnesi) gerek mimari gerek içerik olarak amacımıza uygun olarak yaşamaya çalışıyoruz. 

Eğitim politikanız için hangi araçları kullanıyorsunuz?

Eğitim bölümümüz var, yani oyunculuk okulumuz. Burada da yaşama bakış açımıza paralel bir eğitim politikamız var. Oyuncunun, sağlıklı ve yararlı olabilmesi için tiyatro değerlerine uygun olarak yetiştirmeye çalışıyoruz.

Size göre tiyatro nedir?

Bize göre tiyatro bir ortamdır. Her şeyin sorgulandığı, karakterler yoluyla kendimize döndüğümüz bir mecradır. Tiyatro bana göre bir iletişim yoludur. Bu iletişimin gerçekleşebilmesi için sağlıklı bir ortamın kurulması gerekir. Aksi halde, buluşursunuz, rollerinizi dağıtırsınız, alkışınızı alırsınız, oyununuzu sergileriniz bu bizim için çok yetersiz bir eylem. Bizim tiyatro yapma biçimimiz biraz daha kolektif…

Zaman içinde tiyatro değişiyor mu?

Zaman değiştikçe ihtiyaçlar da değişiyor. Sadece tiyatro değil her şey değişiyor. Bugün sosyal medya denilen bir şey var, hayatı değiştirdi. Tiyatronun yeni hali de çok değişti. Burada bazı araştırmalar söz konusu aslında mesela tiyatrolar küçüldü. Küçük tiyatrolar baş gösterdi. Bu bir yanı ile negatif gibi bir şey gözüküyor ama bence çok olumlu bir şey. Zaman anlamında, mekan anlamında, o büyüklükten çıkıp küçülmek her zaman özgürleştiriyor diye düşünüyorum. Aynı zamanda amatör tiyatroların çoğalması da tiyatroyu özgürleştirir diye düşünüyorum. Günümüzde tiyatroya bir ilgi var, çok değişik tiyatro yapma biçimleri var. 

Muhammed Uzuner

Okulunuzda eğitim alan öğrencileriniz neler öğreniyor?

Okulda öğrettiğimiz şey, tiyatronun bütün temelleri, bilgisel olarak tiyatro yapma biçimleri ama esas hayata nereden bakacaksınız, tiyatro bilgisini oyunculuk bilgisini nasıl kullanacaksınız ve ne için kullanacaksınız, dolayısıyla aslında buraya bir hayata bakış okulu da diyebilirsiniz. Oyunculuk bir şekilde teknik anlamda öğretilebilir, öğretiliyor da… Ama bizim toplumcu bakış açısına yönelik bir eğitim politikamız var. Sadece kendi dünyasında yaşayan bir insan oyuncu olamaz, en azından bizim için yeterli olmadığını düşünüyoruz. 

Bize sürekli şablonlar öneriliyor ve bizi şablonlara göre tasnif ediyorlar. Bir anlamda ezberletilmiş bir dünyada mı yaşıyoruz?

Çok ezber bir dünyada yaşıyoruz. Ne hissetmemiz gerektiği, nasıl yaşamamız gerektiği hep bize söyleniyor. Dünyanın böyle olmaması gerektiğini biliyoruz kendi duruş noktamıza göre, nasıl olması gerektiğini araştırıyoruz.

Öğrencilerinizde karşılaştığınız özellikler neler?

Öyle enteresan bir dünyada yaşıyoruz ki, öğrenciler buraya geldiklerinde onların yaşama biçimi ve bakış açısını görerek izliyoruz ki, şunu yaparsan mutlu olunur, öyle davranırsan mutsuz olunur… Bunlar çok kalın hatlarla tanımlanmış. Tek tipleştirmeye yönelik empoze var sistem tarafından; bu ezberleri aşabilmek istiyoruz. Bu ezberlerin aşılabilmesi mümkün. 

Oyunculuk dersek…? 

Oyunculuk zanaatı önce kişinin kendisini anlamasıyla başlar. Daha özgün, daha kendini dinleyen, anlayan bir insan belki o mutsuz olacaksın denilen yerde, başka bir kapıyı aralayabilir, belki o kapının arkasında çok daha gerçek bir mutluluk ile karşılaşabilir. 

Kendisini tanımayan birinin bir karakteri oynamasını bekleyemiyoruz. Bir oyuncu bütün yaşamı ile birlikte sahnede olmalı diye düşünüyoruz; hayata bakışı ile birlikte. 

Arzu Gamze Kılınç

Ezberletilmiş önyargılar eğitim ile kırılabiliyor mı?

O yüzden de bu ezberleri bozmaya yönelik çalıştığımızı düşünüyor ve çalışıyoruz. Bu da bizi çok mutlu ediyor ve ömrümüzü uzatıyor, çünkü insanlardan ve dış dünyadan soyutlanmış bir yer burası, yani dışarıda geçerli olan şeylerin burada pek geçerli olmadığını görünce şaşırıyorlar, onların şaşkınlığı da bizim çok hoşumuza gidiyor. 

Mesela yeri geldiği için söylüyorum, burada hiç kimsenin doğum günü kutlanmıyor. Çünkü buradaki nüfusumuz yüz kişi. Herkesin doğum gününü kutlamaya başlamış olsak ya da doğum günü gibi, sevgililer günü gibi bize dayatılan günleri kutlamaya kalkışsak, burada bir çok şey aksayacaktır. 

Bizler bunları aşmaya çalışıyoruz. Bu öncelikle hepimizin kişisel hayatından başlıyor, bu konularda araştırmalarımız yoğunlaşıyor; acaba gerçekten öyle mi? Nasıl aşık olacağımızı, sevgilimize hangi cümlelerle aşkımızı ifade edeceğimizi, hangi hediyeyi alacağımız gibi şeyleri… Öncelikle bunları reddetmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bildiğim tek şey aslında bu, bunları reddedip yerine ne koyacağımızı yaşaya yaşaya görmeye ve anlamaya çalışıyoruz. 

Teknoloji geliştikçe hayatımızın bir parçası oluyor, sinemanın olanakları teknolojiye çok bağımlı ve o bağımlılık ilişkisi tiyatroya da yansıyordur sanırım… 

Sinemanın olanaklarının tiyatroda çok fazla kullanılmasından yana değilim. Kullanıldığında da tiyatral olanın önüne geçmesinden yana değilim. Tiyatro soyut bir alan, bir oyun bahçesi gibi, oyun dediğimiz şey zaten soyutlama ile ilerleyen bir şey. Doğduğumuz andan itibaren içimizde varolan oyun duygusunun hiçbir zaman kaybolmamasına çalışıyoruz burada.  Oyun duygusu, oyun oynama neşesi bizi var ediyor. Oyun oynamak çok eğitici – öğretici bir şey, tiyatral olanın önüne geçmediği sürece gelişen her türlü teknolojik araç sahne içinde kullanılabilir. Tiyatronun oyun duygusuna hiçbir zaman zarar vermemesi gerektiğini düşünüyoruz. 

Kimler tiyatro ile buluşuyor sizce?

Çok farklı insanların tiyatro ile buluşabileceğini görüyoruz. Normalde arkadaşlık etmeyecek, birbirine merhaba demeyecek, selam vermeyecek ya da birbirini aşağılayacak insanlar burada bir oyun içinde, birlikte oynama konusunda birbirleriyle eşitlenebiliyorlar ortak bir kararda, ortak bir duyguda.

Muhsin Kayar

Teknolojinin tiyatroyla ilgisi hakkında neler söylersiniz?

Bizim elimizde bir öykü var ve seyirci ile bunu paylaşmak istiyoruz. Bu öyküyü en doğru şekilde ve en güzel şekilde anlatabilmek için ortak duygu ve düşünce kurabilmek için seyirci ile, kullanmamız gerekiyorsa ifade aracı olarak hepsini kullanabiliriz. O anlamda bir kısıtlama gibi bir durum söz konusu değil. 

Bu konuda özgürüz. 

Bu araç bir el feneri de olabilir, projeksiyon da olabilir, sahnede ateş de yakabiliriz, hologram da kullanabiliriz, mesele teknolojiyi kullanmış olmak için kullanmak bize doğru gelmiyor.  O tiyatro eserini görsel bir şölene, estetik bir büyüye döndürmek için değil de seyirci ile kurulması gereken ortaklığa hizmet etmek için kullanılması gerektiğini düşünüyoruz. 

Tiyatro eğitimi almak için yaş kısıtlaması var mı? 

Her yaştan öğrencimiz var, atölyelerde, konservatuarda altmış yaşında da, ondokuz yaşında da öğrencimiz var. Şunu görüyoruz: belirli bir yaşı geçmiş öğrencilerimizin hayat tecrübesi var, hayat tecrübesi ile beraber bir çok şeyi algılaması kolay oluyor, fakat kendisini dönüştürmesi zor oluyor.  Genç olanların ise hayat tecrübesi az olduğu için bir çok şeyi algılaması ve anlaması zor oluyor, fakat anladıktan sonra kendisini yapılandırması ve dönüştürmesi daha kolay oluyor. 

Elbette her kuşağın kendisine özgü sorunları var. Yeni jenerasyon kendine özgü sorunları buraya yansıtıyor mu?

Yeni jenerasyon çok sıkıntılı. Çünkü çok kötü zamana denk geldik, sıkıntılı bir dünyada yaşıyoruz; iyi bir eğitim yok, iyi yöneticiler yok, iyi eğitmenler yok… Fakat tiyatro öyle bir sihir oluşturuyor ki, o kadar güzel gençler geliyor ki, o kadar yetenekli, ilgili, öngörülü, bir kere tarih bilinci olan, mesela cumhuriyet tarihini çok iyi bilen, 12 Eylül’ü çok iyi bilen gençler var aramızda. Dolayısıyla tarih bilinci olunca gelecek bilinci de olabiliyor. Tarih bilinci olmayan ileriye nasıl bakacak, bakış açısı nasıl gelişecek… 

Dolayısıyla biz çok mutluyuz,  o kadar dinamik, o kadar bu dinamizmi iyi şeylere yönlendiren gençler var ki burada tiyatro yönetebilecek, kendi kendine bir oyun yönetebilecek veya bir yapı kurabilecek gençler var. 

Yeni jenerasyonun psikolojik ve kültürel sorunları var, yalnızlık sorunları var, çünkü yalnızlaştırıldılar, kapitalizm ve siyasi sistem tarafından. Tiyatro işte bu gençlerin bu sorunlarını ortadan kaldırabilecek şekilde şifa oluyor.  O yüzden kolektif bir yapı, kendisini yalnız hisseden bir insana çok ciddi bir şifa oluyor, eğitimimizi de yaşantımızı da bunun üzerine kuruyoruz. 

Oyunculuk eğitiminde sizi diğer yapılardan ayıran özellikler nelerdir? 

Oyunculuk eğitimi olarak, tiyatronun kuralları, kadim tüm bilgileri açısından çok farklı bir şey yapmıyoruz diğer öğretenlerden ya da diğer okullardan. Bizim için farklı olan, farklı bir ortamda, farklı bir yaşam algısından bunları yapmak… Öyle çok farklı bir şey yapmıyoruz, öğrendiklerimizi, tecrübelerimizi aktarıyoruz. 

Farklı olan şey ise yapılış şekli, yaşandığı ortam. 

Bizim asıl eğitimimiz; birlikte oturduğumuz ortak alan dediğimiz yer. Orada her türlü görüşün rahatlıkla ifade edildiği, öğrenci eğitmenin bir arada olduğu, bir konu hakkında herkesin görüş belirtebildiği o ortak alan bizi belki diğer okullardan farklı kılıyor. İki hocanın bir oyun hakkındaki tartışmasına öğrenciler şahitlik edebiliyor. Bir öğretmenler odamız yok, özel alanlarımız yok, her şey ortak alan içinde… Öyle olunca da beraber yaşıyor oluyoruz. Beraber yemek yiyor, sohbet ediyor, çay içiyoruz. Çırak ustasının yanında sabahtan akşama kadar sadece mesleki değil, yaşam deneyimine de tanık olma şansına sahip oluyor, sadece hocaları ile değil birbirleri ile de… 

İnsan kendisine yabancılaşarak mı tiyatro yapmalı?

Bir insan kendisine yabancılaşarak tiyatro ya da oyunculuk yapmamalı, var oluş ve hayata bakışı neyse tiyatro ve oyunculuk yapma biçimi de ona göre biçimlenecektir. 

Her oyununuz seyirci ile buluşabiliyor mu sizce?

Her tiyatrocu oyun yapabiliyor ama her oyun seyircisi ile buluşamıyor. Sadece seyirci sayısı anlamında söylemiyorum, duygusal düşünsel anlamda da seyirci ile buluşabilmeyi çok başardığımızı söyleyemeyiz özellikle son yirmi yıl için tiyatro adına. Hatta İstanbul ölçeğinde de ‘alternatif tiyatrolar’ bizi çok umutlandıran gelişmeler… 

Sonuçta şunu gördük, toplamının nüfusu beşyüz kişi ya da altıyüz kişi, siz oyun yapıyorsunuz onlar geliyor sizi seyrediyor, siz onların oyununa gidiyorsunuz. Salonun koltuk sayılarından seyirciye satılan biletlerden çok rahatlıkla ölçülebilen bir şey bu. Bunun dışına çıkabilmeyi yeniden seyirciyi salona çekebilecek bir şeylerin yapılması gerektiği için bir şeylerin yapılması gerektiğini düşünüyoruz, o yüzden var olduğumuz sokakta ve semtte esnaf ve mahalle sakinleriyle iletişime geçtik, onları oyunlarımıza davet ediyoruz… 

Bizim bulunduğumuz sokakta başka tiyatrolar da var. O konuda çok şanslı olduğumuzu düşünüyoruz. Bizim öğrencilerimiz değişik tiyatroların oyunlarına gidiyor, diğer tiyatroların ve okulların öğrencileri de bize geliyor… 

3

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku