Mustafa Demirkanlı yazdı: “25 Yılı Bakalım Kaç Yıla Sığdıracağız?”

Şubat 1991’de ilk sayıyı yayımlayarak başlayan macera, Ocak 2016’da yayımlanan son sayıyla noktalandı. Ocak 2016, tesadüf ya da zorunluluk değildi; 25 yıl tamamlanıyordu, çeyrek yüzyıl yani. Bu kararı bir yıl önce vermiştik -takip edenler hatırlar-, son 11. sayı, son 3. sayı spotlarıyla yayımlanmıştık, yani ölüm tarihini önceden belirlemiş, bir anlamda ötenazi tarihini ilan etmiştik.

25 yılı yazmalıydım, bu Dergi’nin; Tiyatro… Tiyatro…’nun tüm sayılarında var olan tek insandım. Yazmalıydım ama hiçbir şeyi gizlemeden, saklamadan; tuttuğum notlar, aklımda kalanlarla sadece bir Dergi’nin değil bir dönemin tarihini aktarmalıydım ama bir türlü adım atamadım, niyetlendim, sonra vazgeçtim. İnsanları kırmaktan korktum, haksızlık yapmaktan korktum, bir de her şeyin dibe vurduğu bir dönemde konuşmanın, yazmanın anlamsızlığını gördüm; gereksiz gevezelik yapmış olmaktan korktum.

Sanırım daha da önemlisi, çok yorulduğum İstanbul’dan, tiyatrodan uzaklaşmış olmanın oluşturduğu rehavet de etkili olmuştur ama art arda gelen iki tokat Toroslar’ın tepesinde de olsam, geldi buldu… Önce, Yücel Erten’in paylaşımını gördüm.

“Herkes tiyatro yapıyor, herkes kurs veriyor, herkes yazar, herkes yönetmen, herkes oyuncu, herkes eleştirmen, herkes jüri üyesi, herkes hoca, herkes usta, herkes duayen. Yasak değil tabii! Ama ölçü-ölçek de kalmadı galiba? Bir çeşit Mad Max durumu sanki. Bu iyi bir şey mi, bilemiyorum? Umarım sonu iyi gelir…
Ama doğrusu benim açımdan iyi oldu. Memleketin tiyatro hayatını mümkün mertebe takip etmeye zorunlu hissederdim kendimi. Artık bir zorunluluk olmaktan çıktı, çünkü hem imkansız, hem anlamsız…”
(Yücel Erten, 3 Mart 2018, facebook paylaşımı)

Bu paylaşımın altına yorumumu yazdım, Yücel Erten de yanıtladı.

Mustafa Demirkanlı: “Altına imzamı atıyorum, düşüncelerime tercüman olmuşsunuz…”

“Yücel Bey, sizin yorumunuz, ertelediğim bir konuyu gündeme getirdi. “Daha da erteleme Mustafa” dedirtti. Anılarımı yazmaya başlasam iyi olur. Kronolojik olmasını düşünmüyorum, önce neden Tiyatro Ödülleri’ni bıraktık, neden Dergi’yi kapattıktan başlayarak geriye gitmeyi düşünüyorum, ne dersiniz?”

Yücel Erten: “Hiç durma derim. İçinden geldiği gibi, içinden geldiği yerden başla derim. (Çok gerekirse sonra düzenlersin.) Kolay gelsin, Toroslar ilham versin. ”

Sonra, Gülhan (Demirkanlı), “Özen’in paylaşımına ne diyorsun”, dedi, “Hangi paylaşımı?” dedim, görmemişim.

“Pekâlâ, açık seçik yazayım: Tiyatro ile ilgili rastgele yazı yazanların ya da fikir beyan edenlerin bazılarının zekâ eksikliğinden muzdarip olduklarından feci şekilde şüpheleniyorum. Bu hem sözlüklerde yazan çoluk çocuğu kapsıyor, hem de amatör/profesyonel olarak bu işi yapmaya soyunanlardan bazılarını. Dengeli bir kafaları olsa bu kadar yanlış okumaları, anlamaları, daha doğrusu anlamamaları mümkün değil. Öyle iddialı kelamlar, öyle kerameti kendinden menkul bildirimler, öyle uydurulmuş saptamalar var ki insan da okurken ancak mabadıyla gülüyor. Haa, bunları benle ilgili yazılmış ya da yazılmamış yazıları konu edinerek söylemiyorum. Onlar ayrı bir yazı konusu… Sadece var olan durum bu. Vasatlığın baş tacı edildiği bir memlekette bu işe soyunanların allame-i cihan olmalarını bekleyemem; ama üretilen bir “oyun”, bir “performans”, bir “yorum” üzerine yazmanın başta gramer bilgisi olmak üzere, tiyatro kültürü ve adap-erkân gerektirdiğini düşünüyorum. Masa altına tatak silen ergen zekâsıyla yapılan değerlendirmelerin bir sınırı olabilir diye düşünürken bakıyorum ki vasatlık imparatorluğunda hep dibin de dibi gibi bir durum söz konusu. Gördüğünü değerlendirmeyen müzmin kabızların yazdıkları yazılarla, zaten kısırlığa patent veren memleketin sanat algısında durumun gitgide daha vahim bir hal aldığını not düşmek gerek. Yirmi sene sonra biri okuduğunda “Adam yazmış, ama hâlâ aynı. Sanki bugünleri yazmış” diyecek; o başka! Zaten hep öyle dedik eski yazılara da.” (Özen Yula, 1 Mart 2018, facebook paylaşımı)

Yücel Erten’den sonra Özen Yula’nın paylaşımı bir döneme tanıklık yapan bir gazetecinin, okurlarına karşı yüzleşme sorumluluğunun kaçınılmaz olduğunu gösterdi, dahası dayattı.

Belki en doğru yöntem kronolojik olmalı ama ben kitap yazmadığım için, sondan başlayarak, yani dibe vurduğumuz yerden geriye gitmek, 5 yıl geri gittikten sonra düne dönmek, 20 yıl önceden konuştuktan sonra 16 yıl önceye gelmek, kısaca sürecin götürdüğü yönde akmak yani zorlamadan ama tüm süreci kaçırmadan 25 yılı tamamlamak.

Anıları aktarırken eleştirileri, özeleştirileri de göz ardı etmemek ve en önemlisi tanıklıkları, düzeltmeleri, katkıları da ekleyerek 25 yılı öznel olmaktan çıkartmaya azami özen göstermek.

Yanlış hatırladığım düzeltilmeli, eksik bıraktığım tamamlanmalı, böyle olursa bir dönemi geleceğin yazarlarına, eleştirmenlerine, oyuncularına, yönetmenlerine, gazetecilerine, tiyatro tarihçilerine katkımız olabilir.

Bu tarihsel anılar sürecinde kişisellikten uzak durulmasını ama kişisel eleştirilerden kaçınılmaması gerektiğini düşünüyorum ve öyle yapacağım, sürecin herhangi bir yerinde kesişen her arkadaşın da gerek Tiyatro… Tiyatro…’ya gerekse de şahsıma eleştirilerini hiç kırpmadan aktarmalarını diliyorum…

İlk yazıdan sonra aktaracaklarıma bir haftalık ara vermek gerekti, daha derli toplu bir giriş gerekiyordu, epey önce yazdığım giriş yazısını buraya iliştiriyorum.

Haftaya, neden “Tiyatro Ödülleri”ni oluşturduk, neden sonlandırdık, neden bize verilen iki ödülü reddettik?

MUSTAFA DEMİRKANLI

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku