Şafak Özen: “Dramaturji benim yaşam biçimim”

Latif Acarlıoğlu

Şafak Özen küçük dev bir sanatçı! Her şeyden önce dramaturg! Bu görevinin yanı sıra, 14 yıldır Uluslararası Eskişehir Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ni düzenliyor, seslendirme ve sunuculuk yapıyor. Üstelik hepsinde de son derece başarılı. Kuşkusuz başka hünerleri de vardır, sorup öğreneceğiz. 

Şafak, sen çok yönlü bir sanatçısın, her şeyden önce dramaturgsun. Aynı zamanda 14 yıldır Uluslararası Eskişehir Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ni düzenlemektesin. Ayrıca sunuculuk yaptığını biliyorum. Tramvaylarda seslendirmelerin de var. Sırasıyla bunların hepsinden konuşacağız. Unuttuğum bir şey var mı? 

Unutulan bir şey yok, fazlası var! Sunuculuğu, özel etkinliklerde, yani davet olduğunda ya da Belediye’den bir teklif geldiğinde yapıyorum. Tramvay seslendirmesi ise kendiliğinden gelişti. Kendimi birden “şehrin sesi” olarak buldum. Festival ise 14. yılında! Çok mutluyum ama bunu tek başıma yapmadım, bu bir ekip işi. Son 5-6 senedir ise festival sorumluluğunu yürütüyorum. 

Eskişehir’de, hatta ülkemizde ve festivaller sayesinde ülke dışında da tanınan birisin. Ama hiç bilmeyen birisi için Şafak Özen kimdir? 

Bu çok zor bir soru… Tiyatroyu çok seven, işine tutkun, hayata bağlı ve umut kavramıyla var olmayı seçen, insanların da bununla yol alması için çaba sarf eden biri olarak tanımlarım kendimi. 

Okuyucular merak edeceklerdir, acaba Şafak Özen nerelidir, ne mezunudur, kaç yıldır Eskişehir Şehir Tiyatroları’ndadır?… 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi – Tiyatro Bölümü- Tiyatro Tarihi ve Teorisi Anabilim Dalı mezunuyum. Bir nevi tiyatronun doktoru olarak kendimizi değerlendirebiliriz. Tiyatronun sadece sahne üzeri değil, sahne gerisinden de ibaret olduğunu kanıtlayan bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Ankara’da doğdum, büyüdüm. Son 19 yıldır Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda tam da mezun olduğum Fakültenin bana verdiği mesleği sürdürmekteyim. 

Şimdi, dramaturgun görevinden başlayalım. Sonra festivale yoğunlaşalım, sunuculuk ve seslendirmeyle bitirelim söyleşiyi. Öncelikle, “dramaturg” sözcüğü ne anlama gelmektedir? Neler yapar? Hiç bilmeyen birisi için kısaca açıklar mısın?

Aslında dramaturg köken itibariyle metin üzerine çalışan kişidir. İlk dönemlerde metin yazarlığı, sonraları da metnin seyirciyle buluşmasına aracılık eden kişi olarak değerlendirildi. Yazar bir metin yazıyor, yönetmen onu sahneye koyuyor, dramaturg bu aradaki köprü görevini üstleniyor. Metindeki kısaltmaları, değişiklikleri yapan kişi oluyor. Eserin dönemine uygunluğu açısından, tasarımcılarla iş birliği yapıp kostümünü, dekorunu takip etmekle yükümlü! Çok daha önemli bir nokta daha var ki, dışardan bakmayı bilmek gerekiyor sahneye konulan esere. Yazar kendi yazdığı eseri sever, yönetmen kendi sahneleme biçimini beğenir. Ama dramaturgun görevi, bütün bu birleşime dışardan bakmak!

Dramaturg için, beğenilme kaygısı daha az diyebilir miyiz?

Dramaturg daha bilimsel/akılcı tarafı kollar. Sanatçı daha duygusal yönden bakar, yönetmen ve yazar da öyle… Dramaturg duyguyla beraber, mantığı da devreye sokar. Beğenilme kaygısıyla söylemiyorum ama, iyi bir eser çıkarmak sanatçıyı da mutlu eder, seyirciye de daha rahat ulaşır, alkış alır! 

Rousseau’un ünlü sözü gibi: “Her sanatçı alkışlanmak ister!”

İşin özü bu! Bir roman yazarı da kitabı en çok satanlar listesine girdiğinde mutlu olur. Bana kalırsa bu, işin doğasıyla ilgili…

Bana göre, sen işinde oldukça başarılı birisin, zaten ben bunu zaman zaman yazılarımda dile getiriyorum. Ama karşılaştığın bazı güçlükler de vardır kuşkusuz. Bunlar nelerdir? Örneğin, dramaturg olarak yönetmenle çeliştiğin olur mu?

Mutlaka! İşte orada demin bahsettiğimiz egolar devreye girebiliyor. Bir kere Türkiye’de dramaturg kavramının kabul edilmesi çok yeni. Yani bir yönetmenin oyunu için “bir dramaturgla çalışmak istiyorum” demesi belki de son 10 yılın eseri! Yönetmen çalışmak istemiyorsa, zaten dramaturgun yapacağı bir şey yok. Sadece provalara gelip fikirlerini belirtmekle sınırlı kalır. Ama ikisi birlikte çalıştığında, sonuç her zaman daha başarılı olur. Bu kanıtlanmış bir şey!

Yönetmenle dramaturg arasındaki en büyük fark?

Dramaturglar yatarım sürecine” dışarıdan” bakarlar. Evet, herkes kendi işene dışardan baktığını zannediyor ama yönetmen bir dünya kuruyor. Artık o dünya, onun kurduğu dünya oluyor. İster istemez duygusal bir bağ besliyor o dünyaya karşı. Dramaturgun görevi tam burada başlıyor. Sadece yönetmenin değil, genel algının da önemli olacağı göz önünde bulundurulmalı. Bu nedenle, mutlaka uzak açı, dışarıdan bakış, duygusal olmayan yaklaşım çok değerli. Dramaturgun yapması gerekenler bunlar.

Başka güçlükleriniz var mı? Benim aklıma gelmeyen… 

Kabul edilebilir bir meslek olması çok tartışılıyor, dünyada da böyle… Kökünde metin yazarlığı olduğundan, zaman içinde şimdi konuştuğumuz noktaya geldiği için, “bir dramaturg ne yapar?” sorusu Türkiye’de çok fazla sorulmakta. Uzun zamandır meslektaşlarım ve ben “Dramaturglar Birliği” kurmak ve Türkiye’de bu mesleğin hakkının verilmesini talep etmek için bir araya geliyoruz. Henüz resmiyet kazanmasa da üzerinde konuştuğumuz, tartıştığımız ve olması için çabaladığımız bir konu bu! 

Çok severek çalıştığın ya da sende iz bırakan bir oyun oldu mu?

Albert Camus’nün Caligula’sı! 2008 yılında Ahmet Mümtaz Taylan yönetti, Şirin Aktemur dramaturjisini yaptı, daha doğrusu beraber yaptık. Zaten yönetmenin kafasında bugüne uyarlanmış bir biçem vardı. Hem sanatsal açıdan çok zengin hem seyircisine çok şey söyleyen bir metindi.

Zorlandığın ya da “beni çok yordu!” dediğin oyun?

Açıkçası çalıştığım bütün oyunlardan inanılmaz keyif alıyorum. “Dramaturg duygusal bir bağ kurmaz” diyoruz ama oyun sahnelenene kadar… Prova sürecinde mutlaka bu bağı kuruyoruz. Beni çok bunaltan hiçbir iş yok! İşkolik olduğum söylenebilir. Ayrıntıcı, titiz bir insanım, hayatta da böyleyim… Birazdan konuşuruz, en yorucusu festival!

Şehir Tiyatroları’nda kaç dramaturg görev yapmakta? Görev dağılımı neye göre belirleniyor?

İki dramaturguz biz… Ben ve arkadaşım Sibel Arıcan… Tiyatroda daha önce çalıştığımız yönetmenler bizleri tanıyor, kodlarımızı biliyor, ikimizden birini tercih ediyor. Hiç tanımadığımız yönetmenler söz konusu olduğunda, metnin ilgi alanı, ayrıntıları biraz daha devreye giriyor.

Şimdi festivale gelelim. Festival fikri nasıl ortaya çıktı? İlk seslendiren kim oldu?

Bu çok keyifli bir hikâye! 2004 yılında Çocuk Tiyatrosu Birimi’ni kurduk. Amacımız kaliteli, düzgün, iyi çocuk oyunları yapmaktı. Çünkü Türkiye’de çocuk tiyatrosu konusu bence bir kaos! Her ne kadar değerli hocalarım Tülin Sağlam ve ASSITEJ başkanı Haluk Yüce başta olmak üzere, bazı değerli isimler bu konuda çok fazla çaba sarf ettiyse de, çok dağınık ve maalesef olumsuz sonuçlarını gördüğümüz çocuk oyunu örnekleri fazla ülkemizde. İlk çocuk oyunumuzu çalıştıktan sonra, Türkiye’de bir çocuk tiyatrosu buluşması yapmak istedik ve iyi oyunlar izledik Eskişehir’deki bu buluşmada. Nihayet, 2005 yılında başladı festival serüvenimiz. Sonra uluslararası olsun istedik. Buna Tülin Sağlam Hocam da çok sevindi, ASSITEJ ve Türkiye de… İlk etapta bütçemiz olmadığı için sadece Bulgaristan ve Sırbistan’dan iki oyunla uluslararası bir nitelik kazandı bu buluşma… Adını, Uluslararası Eskişehir Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali koyduk. Festivalimiz daha 3. yılında, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin de desteğiyle, dünyanın dört bir tarafından ekiplerin geldiği, kendi ayakları üzerinde duran bir festivale dönüştü.

Çok mütevazısın, “ben yaptım, benim eserim!” demiyorsun… 

Elbette bu bir ekip işi. Birlikte yaptık! İlk ekibi sayabilirim: Berkay Akın uzun süre zaten Çocuk Tiyatrosu Birimi’nin başkanlığını yaptı, sonra bana devretti. İlk fişeği ateşleyenler Sermet Yeşil, Murat Danacı ve ben olduk. Sonra da birçok arkadaşımızın elinin değmesiyle şekillendi, büyüdü ekibimiz. Her sene bu ekibe katılan yeni isimler oluyor. 

Her sene değişiyor mu bu ekip?

Benim dışımda herkes değişiyor. Gönüllük esasına dayalı… 

Her festivalde sana yardım eden oyuncular da var değil mi? Kimler nasıl yardımcı oluyor?

Bu sene oyuncu ekibinden Mete ve Ali yanımdaydı. Ali zaten Genel Sanat Yönetmeni olduğu için… Konukları ağırlarken de Özlem Akdoğan’ın katkıları oldu.

Biz seyirciler gelip gösterileri izliyoruz ama yoğun emek harcayanlar var. Festival hazırlığınız ne zaman başlıyor ve ne gibi aşamalardan geçiyor?

Festival hiç durmaz. Zaten şu an bile mailler geliyor, önümüzdeki seneler için. Ama biz resmi ilanımız Ekim ayı içinde. Türkiye’nin önemli internet sitelerinde, kendi tiyatro sayfalarımızda duyuruluyor. İlan geç çıksa bile ben yazışmalara çok önceden başlıyorum. Gelen başvuruları değerlendirip, resmi ilan çıkar çıkmaz da bunları devreye sokuyoruz. 

Diyelim ki festivale her yıl yaklaşık 10 ülke katılıyor. Ülkeler neye göre seçiliyor? Bu işin keyifli yanı belki. Peki karşılaştığın güçlükler neler?

Öncelikle amacımız çocuklara ve gençlere kaliteli oyunlar sahnelemek. Tabii türünün en iyi örneklerini davet etmek istiyoruz. Festival 14. yılında olduğundan ve dünya çapında bir festivale dönüştüğünden bize çok fazla başvuru oluyor. Özellikle ASSITEJ’e bağlı çalışan pek çok tiyatrodan… Bu sene 50’nin üzerinde müracaat oldu! Görüntüler de geliyor. Bunlar küçük bir komite tarafında izlenip değerlendiriliyor. Seçici kurulda Ali, Mete, ben ve Sibel bulunuyoruz. 

 Gösterileri ülkeler mi seçiyor diye soracaktım ki, cevabı almış oldum…

Ülkeler öneride buluyor, biz de bunların içinden seçiyoruz. Örneğin, İtalya’dan bu yıl iki farklı gösteri vardı programda. Ayrıca ben, mümkün olduğunca, uluslararası festivallere katılıp izleyerek de seçim yapmaya gayret ediyorum, ekonomik koşullarım elverdiğince…

Bir de festivale maddi katkı sağlayanlar var. Bazı ülke temsilcilikleri ve firmalar… Bu konuda neler söylemek istersin? 

Bu sene uzun zamandır ilk defa başardık açıkçası… Ülkelerin büyükelçilikleri bizlere destek oldular, sağ olsunlar. İlk kez 12 ülkeyi ağırlıyor olmamızın da etkisi var. Daha önce en fazla 8 ülke ağırlamıştık. Bu defa 12 ülke katılınca, maddi olarak zorlanmaya başladı festival. En azından kendi ülkelerinden gelen grupları karşılamaları konusunda destek istedik. Bazıları olumlu dönüş yaptı. Eskişehir’deki kimi firmalar, 14 yıllık festivalimize destek olmaya karar verince festivali bu sene bütün şehir sahiplenmiş oldu. Biz de yeni ve daha nitelikli gösterileri Eskişehir’e taşımış olduk. 

Halktan ve basından ne gibi tepkiler alıyorsunuz?

Çok olumlu tepkiler alıyoruz. Artık festival biliniyor, her yıl Mayıs ayının son haftası uluslararası bir buluşma var şehrimizde. Sadece sahnelerle sınırlı değil, açık alanlarda da gösterilerimiz, etkinliklerimiz ve atölye çalışmalarımız olduğu için halk tarafından da çok seviliyor ve yakından takip ediliyor. Yerel basın da destek oluyor. Bu sene festival ulusal basında da çok yer buldu. 

Başta büyük kentler olmak üzere, birçok ilimizde tiyatro festivalleri yapılıyor. Seni de davet ediyorlar mı?

Tabii, özellikle Bursa. Aslında festivali akademik kanalla yapan tek şehir Bursa. ASSITEJ ve Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’nın etkisiyle festival akademik bir kimlik kazanıyor. Ankara’da da “Küçük Kanımlar, Küçük Beyler” düzenleniyor. Ve bir de bizim festivalimiz.

Eskişehir Festivali’ni diğerlerinden ayıran nedir? 

Herkes kendi festivalinin daha kıymetli olduğunu düşünür. Ama bizim festivalimiz çok sıcak bir atmosferde geçer. Bizde ekipler oyun oynayıp gitmiyorlar. Onlarla çok güzel arkadaşlık bağları kuruyoruz. Hem sanatsal tartışmalara girip olası ortak yapım ihtimallerini konuşuyoruz hem de farklı kültürlerle tanışıyoruz. Beş yıl önce gelen bir grup, tekrar festivale gelip bizimle kucaklaşabiliyor. 

Eğer bir sıralama varsa ya da olsaydı, Eskişehir ilk üçe girer miydi sence? 

Kesinlikle olabiliriz ilk üçte. Programa bakıp gelen ekipler incelendiğinde, dünyanın önde gelen tiyatro topluluklarının yer aldığı görebilir. Bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum.

Kendinize bir hedef belirlediniz mi? 

Hep daha iyi, daha nitelikli oyunlara ulaşmak, diyebilirim hedef için. Türünün en yetkin örneklerini festivalimize getirmek birincil hedefimiz. 

10 yıl sonra festival ne durumda olur sence?

Bilmem. Çok zor bir soru bu… Umarım daha gelişiriz.

Bu kadar işin arasında zaman bulup oyunları izleyebiliyor musun?

Bugün festivalin son günündeyiz, izlemediğim iki oyun var. 40 etkinlikten sadece ikisinde bulunamadım. 

Festival artık kalıcı olmaya başladı, daha az sorun çıktığını söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle! Spesifik olaylar yaşanıyor elbette. Uluslararası bir festival düzenliyorsunuz, mutlaka aksayan şeyler olabiliyor, ama yine de başarılı bir organizasyonumuz var diyebiliriz.

Bir de değişik şehirlerden atölye çalışması için gelen ya da yazar ve eleştirmenler var. Davetlileri nasıl seçiyorsun? Alınanlar oluyor mu?

Bu sene sadece tiyatro basınından değil, sanat basınından da konuklar çağırdık. Çünkü çocuk tiyatrosuyla ilgilenen kişiler sınırlı. Biz de her sene aynı kişilere ulaşıp onları davet ediyorduk. Bu sene biraz değişiklik yaptık. Hürriyet, Milliyet ve Sabah’tan sadece çocuk tiyatrosuyla ilgilenen değil, köşe yazarlığı, sanat köşe yazarlığı yapan gazetecileri de davet ettik. Sağ olsunlar kabul ettiler, bu sene çocuk tiyatrosu dışından da gelen oldu. Dolayısıyla basına daha fazla açıldığımızı söyleyebilirim. 

Şimdi biraz da çocuklara bakalım. Festival eleştirilerinde şunları duyuyoruz kimi zaman: “Bizim çocuklar çok fazla oyun seyretmedikleri için konuyu anlamakta güçlük çekiyor.” Özellikle kuklalar için bir açıklama yapılsa, Hırvatistan gösterisinde olduğu gibi… Yararına inanıyor musun bunun?

Ben böyle yönlendirmeler yerine, çocukların görüp şahit olmaları daha iyi olur diye düşünüyorum. Ama bir uluslararası festivalde, Hırvatistan’ınkinde olduğu gibi olabilir… Haklısın tabii. Normalde yapılıyor ama biz koşuşturmaktan bazen atlıyoruz. Ben başka bir yerdeyken oyun başlamış olabiliyor. Ama dediğin doğru, birkaç cümleyle en azından grubu tanıtan bir giriş yerinde olur.

Örneğin Brezilya için, “10.750 km uzaktan sizler için gelmişler!” gibi cümleler çocukların ilgisini çekmez mi?

Doğru, bunu değerlendireceğim…

Hırvatistan oyununda ilginç bir şey oldu, paylaşmak istediğim…İki bölüm halindeydi oyun. Önce çocuklar pek ilgi göstermediler, oyuncular daha sonra seyirciyle etkileşime geçip kostümlerini değiştirince, birdenbire ilgi arttı. Oyun seçerken, seyirci etkileşimli olanları mı seçersiniz, olmayanları mı?

Bu kontrol edilebilir bir şey değil bence… Bir çocuğun ilgisini tutabilmenin süresi 15-20 dakika… 20 dakikadan sonra oyunlarda ekstra bir çaba sarf etmek gerekiyor. Ama ben her zaman hikayeden yanayım. Yani hikayeniz güçlüyse ve doğru anlatım biçimini seçmişseniz, mutlaka çocuk da yetişkin de oyunun bir parçası oluyor. Mesela Hırvatistan oyununda, asıl o kuklanın oynatılma biçimi önemliydi. Çocuklar bir süre sonra ilgilenmeye başladılar zaten. O köpek ne kadar gerçekti! Bunlar, bizde çok fazla göremediğimiz örnekler. İnteraktifliği ben tercih etmiyorum tiyatroda. O bence başka bir şeye dönüşüyor. Tabii ki sahneden gelen uyarma önemli ama çocukları oyuna dahil etmektense, onların kendi algılarıyla bir dünya kurup orda olup biteni kafalarında tamamlamaları daha önemli. Bir başka sorun da, gişelere de yazsak kitapçıklara da yazsak, öğretmenlere, anne babalara da söylesek, yaş sınırı ihlal edilebiliyor. Oyun 8 ya da 10 yaş üstüne hitap ederken,  daha küçükler gelebiliyor. Tabii ki 6 yaşındaki çocuklar başka bir şey algıladılar, onlar için sadece dediğin sirk sahnesi eğlenceli oldu. Ama 8 yaş üstü çocukların hikâyeyi de takip ettiklerini gözlemledim. 

Bir de ne kadar ilginç olursa olsun, bir oyun uzun olunca, büyükler için de küçükler için de sıkıcı olabiliyor. 

Tabii çocuklar daha çabuk sıkılır. İdeal çocuk oyunu 45 dakikayı aşmamalı! 

Ülkemizdeki çocukların disiplinsiz olduğu söylenir. Oyun esnasında da gürültü yapanlar, yerinden kalkanlar, bağırıp çağıranlar olur. Üstelik bazı anne babalar bunu özgürlük ya da serbestlik olarak değerlendirebiliyor. Sence bu bir özgürlük müdür, yoksa disiplinsizlik mi?

Ben de Türkiye’deki çocukların zor olduğunu düşünüyorum. Ama yetiştirilme tarzından ve ebeveynlerin çocuklarını özgür yetiştirdiklerini düşünerek onların üzerinde bir rehavet, bir rahatlık sağlamalarından kaynaklandığına inanıyorum. Zaten ilgisi ve algısı dağınık varlıklar çocuklar, özellikle bir tiyatro eseri izlerken odaklanmalarını sağlamak güç. Bir kaynama başladığında, bütün bir salona yayılıyor. Bu bizim eğitim sistemimizle de ebeveynlerin yaklaşımıyla da ilgili aslında. Oralara yoğunlaşmak gerekiyor. 

Söyleşinin bu bölümünde, sunuculuk ve seslendirmeden söz edelim biraz. Birkaç kez sunuculuk yaptığına tanık oldum, ödül törenleri veya oyunların prömiyerleri gibi. Oldukça başarılıydın. Radyo deneyimin oldu mu?

Öğrencilik yıllarımda radyoya çok hevesliydim. Lise sondayken Ankara’da özel radyoların açıldığı dönemde, üç programlık bir deneyimim oldu. Çok istedim fakat bizim işlerdeki yoğunluk nedeniyle vakit bulamadım. Radyo A’da bir program yapmak isterim mesela, teklif gelirse… 

Ne yapmak istersin Radyo A’da? 

Kültür sanat ağırlıklı bir program düşünebilirim. Ayrıca film eleştirisi olabilir… Oyun değerlendirme… Şehrin kültür sanat hayatında neler olup bittiğine değinen, kaliteli Rock parçalarından oluşan bir müzik akışıyla, güzel bir program hayal ediyorum. 

Ödül törenleri de sundun…

Evet, Eskişehir’de birkaç ödül töreni sundum, Kültür Sanat Derneği, Lions ödülleri gibi birkaç tane tören. Ama bunlar kendiliğinden gelişti. 

Yani “ben sunucu değilim” diyorsun. 

Evet, sunuculuk gibi bir alanım yok! Tramvay seslendirmesi ve tiyatrodaki iç anonsların seslendirmesi var. Onlar da keyifle yaptığım, şehirde yankı uyandıran küçük şeyler. 

Seni tanıyan oluyor mu tramvay seslendirmesinde? “Tutamakları tutunuz” ya da “Eskişehir’de kuvvetli lodos beklenmektedir” gibi mecburen ezberlediğimiz cümleler var örneğin…

Eğer tramvaydaysam, telefonda konuşuyorsam ve o anda anons geliyorsa, kafaların bana döndüğü çok oluyor!

Dramaturji, festival, sunuculuk ve seslendirme… Bunlardan hangisini en çok severek yapıyorsun?

Tabii ki dramaturji birinci sırada yer alıyor. Çok severek yaptığım işim, hatta “yaşam biçimim” diyebilirim. Hayatı da dramaturji gibi yapsaydım, çok iyi olurdu herhalde! Festival organizasyonu da çok keyifli… Bunları birbirinden ayıramam ama; hepsi birbiriyle iç içe geçmiş durumda… 

Söyleşinin sonuna yaklaşıyoruz. Frakında mısın bilmiyorum ama Şafak, sen aslında Eskişehir’de küçük bir devsin! Tiyatro salonlarında bazı oyuncuların sana “bıcırcık” dediğine de tanık oldum. Bu tip adlandırmaları nasıl karşılıyorsun? Alıngan biri misin?

 “Ayinesi iştir kişinin” diyorum hep ben! İş üzerinden değerlendirmek gerekir insanları… Ufak tefek bir insan olduğum için çok da yaşımı göstermiyorum… Ufak tefek kişilerin enerjileri de daha yüksek oluyor genelde… 

Evet, ben uzun boylu biri olduğum halde, küçükken kısa boylular beni koşuda geçerdi, kızardım onlara… 

Ben halimden çok memnunum… Beni sizler değerlendireceksiniz! 

Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı? Bu benim sormayı unuttuğum bir soruya cevap da olabilir.

Eskişehir Şehir Tiyatroları oyunlarının Türkiye standartlarına göre kaliteli olduğunu düşünüyorum. Amacımıza ve hedefimize ulaştığımızı, şehrin yüzü olduğumuzu ve Türkiye çapında da iyi işler çıkardığımıza inanıyorum. Bu sürecin 18 yılına şahit olmuş biriyim, bununla gurur duyuyorum ve  katkımın olduğunu bilmek bana müthiş bir mutluluk veriyor. Seyircilerimize “Bizi izlemeye devam etsinler, yalnız bırakmasınlar” diyorum ve onlara teşekkür ediyorum. Bu tiyatro ve festival böyle büyüdü, gelişti, şimdiki yerine ulaştı. Hep yanlarında olacağım.

Bu kadar yoğun bir günde, festivalin sonunda bana zaman ayırıp sorularımı yanıtladığın için teşekkür ediyorum. 

Ben çok teşekkür ediyorum. Kıymetli bir röportaj oldu bence. 

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku