Taşradan Taşraya Bir Bakış: “Leenane’nin Güzellik Kraliçesi”

Hande Özelsancak

Dört yıldır Mersin’de yaşayan biri olarak, hem “Leenane’nin Güzellik Kraliçesi”nin yeniden sahnelenmeye başlanmış olmasından hem de Anadolu’nun farklı şehirlerine turne yapması benim için mutluluk verici bir haberdi!  Haberini duyduğumda içimden, sonra da heyecanla beklediğim oyunu izleyerek seyirci koltuğundan alkışladım.

İstanbul’da, yani, ülkenin kültür-sanat merkezinde, pek çok yazar, eleştirmen, sanatçı ve entelektüel ile yüz yüze gelme imkanı bulabilirsiniz ve oradan taşra hayatını dışarıdan analiz ederek, okuyarak, araştırarak “dışarıdan” farklı düşünce ve yaklaşımlar edinebilirsiniz. Ama taşrada bizzat yaşayarak, yani “içeriden” taşraya dair benzer bir düşünce sistematiği geliştirmeniz pek mümkün olmaz. Kısaca, taşrayı taşrada yaşayan bilir…

Geçen zaman içinde, taşrada en çok toplumsal baskının yansımaları olan ahlak, gerici değer yargıları önemsenip konuşulduğunu fark ettim. Ebette, başka konular da konuşuluyor ama ısrarla ve inatla yeniden toplumsal dayatmalar… Dedikodular ve entrikalar eşlik eder bütün bu konuşmalara. Kim kiminle nerede diye başlayan konuşmalar yalan dolanlarla, ahlaki saçmalıklarla biter. Oysa bir kentte, kentin farklı mekanlarında yaşama dair ne çok “gerçek” hadise olur. Vaktiyle, Mersin’de politika konuşuluyordu, felsefe, sinema, edebiyat, şiir konuşuluyordu.  1990’larda ben lisedeyken, halkın sorunları, azınlık hakları, anadil sorunu, haklar, özgürlükler dilindeydi insanların. 2000’li yıllarla birlikte hem çehresi  hem de toplumsal yapısı yozlaştırılan pek çok şehirde olduğu gibi, vaktiyle yaşamı ve yaşama dair güzellikleri üreten insanlar adeta o güzel atlarına binip gittiler ve  kent adım adım yozlaşmaya terk edildi…

İşte bu duygu ve düşünceler içinde, şehrimize gelen “Leenane’nin Güzellik Kraliçesi” oyununu izledim. Oyun 1970’lerin İrlanda’sında, ülkenin İngiltere ile verdiği bağımsızlık mücadelesi sırasında geçer. 70 yaşlarında, otoriter ve kuralcı anne Mag ile “aile” kavramı içinde annesiyle bir bütün olmaktan bıkmış, kişisel özgürlüğünü yaşamak için kıvranan 50 yaşlarındaki Maureen’in hikayesi anlatılır. Gerçekte, tanıklık ettiğimiz Maureen’in trajedisidir. Yaşlı annenin, evlenip giden iki kızını değil; evlenmemiş, zincirin zayıf halkası olarak gördüğü Maureen’i kendine kurban seçerken dayandığı olgular “kutsal aile kurumu, toplumsal normlar ve ahlaki kurallardır.” Kızı annesinin her isteğini yerine getirmek için çabalarken, anne sadece koltuğunda oturup çayını ya da çorbasını içer, İrlandalılar’ın ünlü kurabiyelerini tadar ve radyo dinler. Anne Mag, aslında her işini görebilecek bedensel güce sahipken, tüm ihtiyaçlarını Maureen’in karşılamasını bekler. Maureen bazen şikayet etse de, annesinin sözünden çıkamaz. Hatta, annesinin koltuğunda özel kabına yaptığı idrarı bazen kimse görmeden mutfak lavabosuna dökmesine bile göz yumar. Olay örgüsü içinde, Anne, kızının geçmişine dair kimi bilgiler edinir. Yozlaşmış toplumsal değer yargılarının hoş karşılamayacağı, ahlaki yapının benimsemeyeceği ve insanlar için ötekileştirilme nedeni olabilecek bu yaşanmışlıkları, kızına karşı tehdit unsuru olarak kullanmaya başlar. Giderek daha da acımasızlaşır kızına karşı. 

Maureen yıllar önce İngiltere’de tuvalet temizlikçisi olarak çalışmış, İngilizlerin ırkçı söylemlerine maruz kalmış ve bir süre akıl hastanesinde şizofreni tedavisi görmüştür. Dünyanın emperyalist iki gücü olan Yankeeler ve İngilizler’den nefret etmektedir ve yaşadıklarından sonra onlar için çalışıp, onların coğrafyalarında tekrar yaşamayı reddetmiştir. Ta ki eski aşkı Pato yıllar sonra çıkıp gelene kadar. 

Pato’nun kardeşi evlerine gelip Mag’a Pato’nun gelmesi üzerine bir parti verileceğini ve Maureen’in de davetli olduğu haberini verir. Anne Mag, bunu kızına söylemez fakat, kızı haberi almıştır ve partiye gider. Parti sonrası, eski iki aşık hayatlarında ilk kez sevişirler ve Maureen bunu büyük bir zafer kazanmışçasına annesinin gözünün içine sokarak galibiyetini kendince kutlar. Anne bu aşkın alevlenmesinden kaygılanmıştır ve kızının kendisini bırakıp gitmesinden korkar. Pato’ya Maureen’in tüm sırlarını ifşa eder ama nafile. Pato ne olursa olsun Maureen ile evlenmek ve Ameriya’ya birlikte gitmek ister.  Anne, Pato’nun bu isteklerini anlattığı mektubun da Maureen’in eline geçmesine engel olur.  Pato bir başka kadınla evlenir. İşte bu noktadan sonra Maureen de kendini dizginleyemez. Hayatına bir karabasan gibi çöken ve toplumsal normları kendisine karşı silah olarak kullanmaktan asla vazgeçmeyen bencil ve çıkarcı annesini öldürür. Artık Maureen için başka bir hayat söz konusu mudur? Annesinin koltuğuna kurulur ve kendine başka çıkış yolu bulamaz. 

Hegel’in aile kavramına göre ailede söz konusu bütünlüktür. “Aile içinde kendinden taraf olmak ve kendi için olmak gerekliliği bireyin aile içinde, artık bağımsız bir kişi olarak değil, bir üye olarak yer almasına evrilir.” (1) Benzer biçimde, Maureen’in ailesinin üyesi olarak dahi annesiyle bir iletişim biçimi kuramaması, hep annesine tabi olması ve efendi-köle ilişkisini anneyi, yani iktidarı öldürdükten sonra bile kıramaması, sistemin –annenin- birey kavramını yok etme uğraşı ve annenin uzlaşmaz tavrı bütünlüklü bir yapıdan ziyade tek taraflı bir iktidar yapısının ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Annenin kızını kaybetmemek için  elinden gelen herşeyi yapması, adeta emperyalizm ile sömürgelerinin ilişkileri gibidir.  Emperyalist güç konumunda olan anne sömürgesini kaybetmemek adına her türlü entrikayı çevirir. Kız artık hem zihinsel hem de psikolojik olarak daha kötü duruma düşmüştür.  Mag kızının şizofreniye tutulduğunu hatırlatır, oysa kızını bu hastalığa iten en önemli nedenlerden biri annesidir. Kızının ardından çevirdiği dolaplar, yalanlar, hastalık hastalığı oyunları vs.. ile kızının psikolojisini bozmuş ve baskıyla bu psikolojinin üzerine tuz biber ekmiştir.

Yazının başına dönersek… Taşra hayatının son yıllarda giderek artan yozlaşmış kültür ve baskıcı toplumsal normlar üzerinden insanların özgürlüklerine, gelişimlerine ve değişimlerine ket vurması, “Leenane’nin Güzellik Kraliçesi”nde pek güzel yansımasını buluyor. Bugün bizim ülkemizin de pek çok kentinde, kadını mülkiyet haline getiren ahlakçı yaklaşımlar, namus kavramına sığınarak kadının yaşamsal özgürlüklerini elinden alan kültürel yozlaşma ve gerici değer yargılarının kuşattığı kadınların hayatlarına ayna tutuyor oyun. İşte bu yüzden, bu oyunun Türkiye turnesine çıkmasını pek değerli buldum. Kimliklerini oluşturamamış, sadece birlikte yaşadığı insanların kurallarından öteye gitmeyi ürkütücü bulan, “diğerine” hep eklektik olmaktan başka bir durumu bilmeyen tüm taşra kadınları için bir reçete kıvamında sanki oyun. 

Ataerkil sistemin, kadının yaşamla ve gerçeklikle bağını kopartarak her açıdan baskı ve sömürüye tabii tutması, sonunda bir isyanı getiriyor: Maureen anneyi yok ediyor. Ancak, başka bir gerçeklik ve yaşam algısı ile karşılaşamamış Maureen de çıkışsızlığı yaşıyor kendi dehlizlerinde.

Oyunculuklar bir harika. Yıllardır oynanan bir oyun fakat, her daim taze ve heyecan verici. Adrenalini üst noktaya taşımayı çok iyi başarıyorlar,  hiç bıkmamacasına. Sumru Yavrucuk oyunculuğu ile seyirciyi kendisine hayran bırakıyor. Yavrucuk, evde kalmış akıl hastası kadın rolünü şimdiki zamana taşımayı, kendisine uyarlamayı öyle iyi sergiliyor ki, adeta bir oyunculuk dersi veriyor. Rüçhan Çalışkur, sahnede gördüğümüz ilk andan itibaren yaşlı, antipatik bir kadını klişe bir karakter olması an meselesiyken yarattığı unique, eşsiz kadın tiplemesiyle büyüledi. Karakterinin ruhunu ve bedenini üzerine kuşanmıştı Çalışkur. Genç adamı oynayan Serdar Yeğin ve Pato’ya can veren Hakkı Ergök, sahici oyunculukları ve sade ve samimi bedensel aksiyonlarıyla oyunun başarısına büyük katkı sunuyorlar. 

Dekor hem sade, hem gerçekçi hem de seyirciyi içine alacak bir yapıda. Oyunculuklar ve saygıyla andığımız oyunun yönetmeni Cüneyt Çalışkur’un rejisi, bize “göstermekten”, “anlatmaktan” ziyade, “ikna etmeye” ve “içselleştirmeye” meyilli bir yapıda. Reji, heyecanın en üst noktasında seyirciyle oluşturulan interaktif hamleleriyle “olan”dan sıyrılıp, “anlatan”, “gösteren” bir biçime de dönüşüyor ve bunu oyunun çok isabetli bölümlerinde yapıyor. Dolayısıyla, “Leenane’nin Güzellik Kraliçesi” her yönüyle başarılı bir oyun. 

Bu güzel oyunu, özellikle taşrada yaşayanlar izlesin, beslensin, düşünsün derim…    

 

Kaynakça:

  1. Hegel; “Outlines of the Philosophy of Right”, Üçüncü Bölüm Etik Yaşam, 1. Alt Bölüm, Aile, Çeviri; Zeynep Şenel Gencer
0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku