Ülkenin Kanayan Yarası: Çocuk Tiyatrosu…

Nihal Kuyumcu

Tiyatro…Tiyatro…Dergisi’nin kurulduğu 1991 yılından bu yana, üzerinde titizlikle durduğu bir alan Çocuk Tiyatrosu. Ülkemizde halâ bu alanda doğru işlerin maalesef çok az olması, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda grupların, Çocuk Tiyatrosu’nu ciddiye alarak bu alanda oyunlar üretmesi, ne yazık ki yeterli olamamakta. Daha önce 1998 yılında Tiyatro…Tiyatro… Dergisi “1. Çocuk Tiyatrosu Kurultayı” düzenliyor. Aradan geçen uzun yılların ardından ikinci defa bu alanda bir araya geliniyor ve bu defa TEB (Tiyatro Eleştirmenler Birliği) bir Çalıştay düzenliyor. Yıl 2001; sorunlar aynı, çözüm önerileri aynı. Yıl 2016; sorunlar aynı, çözüm önerileri aynı. Gelinen nokta maalesef aynı.

Yıllardır bu alanda çalışmalar yapan, kitaplar yazan, kar, yağmur demeden oyun izleyip bunları kaleme alan, ya da gruplara eleştirilerde/önerilerde bulunan Nihal Kuyumcu, yapılan Çalıştay’ın kapanış konuşmasında aynı sorunları bıkmadan, usanmadan, tekrar tekrar gündeme getirmiş. Peki, ne yapılacak? Ne yapılmalı? Ne olacak bu Çocuk Tiyatroları’nın hali?…

Nihal Kuyumcu’nun Çalıştay kapanış konuşması aşağıdaki gibidir. Lütfen okuyun ve bir ortak akıl üretmeye çalışalım…  

Çocuk Tiyatromuz Üzerine Bir Kaç Söz!

Nihal Kuyumcu

Bu Çalıştay sırasında burada toplandığımızda şunu gördüm. Hâlâ ümidimiz var, hâlâ bir şeyler yapmak, bir şeyleri değiştirmek için uğraşıyoruz. Dilerim bu heyecanımızı hiç kaybetmeyiz.

Dünya değişti, yaşadığımız koşullar değişti ve elbette çocuklar da değişti. Daha çok teknoloji, daha çok şiddet, daha çok görüntü, daha çok bilgi kirliliği ve bu koşulların yeniden biçimlendirdiği yeni insan, yeni çocuk tipleri.

İnsanlık tarihinde belki de ilk kez biz yetişkinler çocukların gerisinde kaldık. Cep telefonumuzdaki bir işlevi çözemediğimizde en yakınımızdaki çocuktan yardım istemiyor muyuz? Bilgisayarı, interneti kesinlikle bizden daha iyi kullanıyorlar. Lütfen bu gerçeği kabul edelim.

Teknoloji, ses görüntü bombardımanını da beraberinde getirdi. Giderek duyarsızlaştık. Artık reklamların hızıyla yarışıyoruz. Dikkatimizi toplama süresi, algılama biçimlerimiz değişti. Dersler bile 40 dakikaya indirildi. Önümüzdeki 50 yıl içinde sanırım bu süre çok daha az olacak. Çocuklarımız dizileri seyrediyor. Memati’yi takip ediyor, Hürrem’in entrikalarını çözmeye çalışıyor. Şiddet, kan, ölüm ve işkenceyle dolu haberleri izliyorlar. Kadın cinayetlerini, terörle parçalanmış cesetleri ve en ağır trafik kazalarının kamera kayıtlarını izliyorlar.

Peki, bu çocuklara “tiyatro” diye, biz neler yapıyoruz? Onlara hâlâ tavşan kılığındaki oyunculara “Değil mi arkadaşlarrrr” dedirterek, cevabı belli sorularla dolu oyunlar sunuyoruz. Paylaşmayı anlattığınız oyunda çocukların birer küçük aptal olduklarını düşünerek bir de sahnenin önüne gelip üstelik bağırarak “Paylaşmak güzel değil mi arkadaşlarrrr?” diyerek tekrar onlardan teyit alıyoruz.

Yüksek volümlü ve kötü kaydedilmiş müziklerle “müzikal” iddiasında olan oyunlar sunuyoruz. Olur olmaz alâkasız zamanlarda şarkılarla oyunlarımızı süslüyoruz. Onlara hitap ederken sesimizi değiştiriyoruz, hareketlerimizi değiştiriyoruz. Sahnenin ortasına yapay hareketlerle zıplayarak “Merhaba arkadaşlarrr” diyerek oyunu başlatmazsak kendimizi kötü hissediyoruz. Güldürmek için sadece geri geri gidip birbirimize çarpıp yere düşüyoruz. Çocuklar gülüyorlar mı? Evet, ama bence o anda gördükleri karşısında bizimle dalga geçiyorlar, “yine aynı espri” diyerek içlerinden söyleniyorlar.

Maç seyreder gibi gürültüler, bağırtılar arasında oyun oynuyoruz ve sorduğumuz anlamsız sorularla onları bağırtıyoruz. Ne kadar çok bağırırlarsa oyunu o kadar çok sevdiklerini düşünüyoruz.

50-55 dakikalık oyunlarımıza bir ömür boyu yetecek kadar öğütler, mesajlar sığdırıyoruz. Kocaman dekorlarla (dünyanın masrafını ederek) kocaman salonlarda, kocaman koltuklara gömülmüş çocukların kendilerini daha da küçücük görmelerini sağlıyoruz.

Her fırsatta devlet desteğinden söz ediyoruz. O destekleri alsak, hatta yeterli miktarda da alsak sanki çok güzel, olağanüstü oyunlar çıkaracakmışız gibi. Her zaman, çok paramız olsa çok güzel oyunlar yaparız yanılgısıyla her fırsatta lafı devlet yardımına getiriyoruz. Oysa biraz çocukları gözlem, biraz yaratıcılık ve sevgi ki bunların hepsi bedava… Gerisi gelecektir.

Daha birçok örnekle uzatabiliriz listeyi.

Peki, neler yapalım?

Öncelikle; özellikle okul öncesi ve hatta birinci sınıflar için oynuyorsak, orta büyüklükte bir salona minderlerin üstüne yerleştireceğimiz en fazla 40 seyirciyle hârikalar yaratabiliriz. Büyük salonları bırakalım artık! Yetişkin tiyatroları küçük mekânları keşfettiler. Beyoğlu’nda, Kadıköy’de küçücük mekânlarda harikalar yaratıyorlar. Küçük mekânlar seyirciyle göz göze gelebileceğimiz yerler, hem de büyük dekorlara ihtiyaç duymazlar. Samimi ortamlar sunarlar. Obje tiyatrosu yapabiliriz. Sakin, küçük, kendi adalarımızı oluşturabiliriz.

Basit şeyler yapmayı deneyelim. Basiti yakalamak kolay değil ama deneyelim. Düşünelim ki çocuk masanın altına girer ve orada kocaman bir dünya kurar kendisine! Büyük dekora, uzun hikâyelere de ihtiyaç olmadığını kabul edersek işimiz kolaylaşır. Çocuğu gözlemleyelim. Okul kaygıları, arkadaşlıkları, dışlanma, başarısız olma korkuları, arkadaş kavgaları, yaptığı yaramazlıkları, söylediği küçük yalanları onlara gösterelim. İnanın çok daha keyifle izleyeceklerdir.

Boşanmaların bu kadar arttığı günümüzde anne baba ayrılıkları, üvey anneler neden oyunlarımızda yer almasın. Her şeyi anlatabiliriz. Yeter ki algılama sınırlarını aşmayalım. Yeni soru işaretlerine neden olmayalım. Yeni gelen kardeş kıskançlıkları / kavgaları, hepsi başlı başına bir oyun konusu olabilir.

Masalları sahneleyebiliriz ama cinsiyetçi, sınıf atlama hayalleriyle, aristokrasiye dahil olma özlemlerinin dile getirildiği, bir prensin gelip güzel kızımızı kurtarmasını bekleyen kahramanların yer aldığı masalları değil. Bu masalları parodileştirerek, yeniden yazarak, değiştirerek ve giderek çocukları daha çok şaşırtarak.

Örneğin, masalın sonundan başlayabiliriz. Sindirella baloya gidiyor ama prensi beğenmiyor, şirret bir Sindirella; annesine kız kardeşlerine başkaldıran… Pamuk Prenses ve 7 Cüce yerine, Pamuk Prens 7 Peri kızı olsa neler değişirdi? Yine ev işlerini yapar mıydı? Rapunzel kuleden kaçıp o güzel saçlarıyla İstanbul’a gelse, bir reklam yıldızı olsa neler olurdu? Bir şampuan reklamı nasıl olurdu dersiniz? Böylece kulede bir prensi beklemek zorunluluğu kalkardı ortadan. Kızlarımızı bu masallarla evliliğin tek çözüm, tek kurtuluş yolu olduğu, erkek çocuklarımıza evleneceği kızları seçmeye hakkı olduğu, zenginse, yakışıklıysa her şeye hakkı olabileceği mesajını verirken nasıl bir çocuk tipi oluşturuyoruz. Ya da bir evlilik programına katılan Prensin karşısına Pamuk Prensesi, Sindirellayı, Rapunzeli çıkarsak hem bu programlara bir eleştiri hem de masalın özüne bir eleştiri getirmez miyiz? Üzerinde düşünmemiz gerek.

Büyük kocaman dekorlar veya son derece uyduruk dekorlar yerine bizim geleneksel tiyatromuzdan yararlanabiliriz. Basit dekor parçaları, basit aksesuvarlar… Merak etmeyin çocuklar onu kafalarında hayal güçleriyle tamamlarlar.

Şunu kabul edelim artık: Çocuklar bizim kafamızda canlandırdığımız, anlamlar yüklediğimiz çocuklar değiller.

Yaş grubu belirlemenin seyirci sayısını düşüreceği konusundaki ön yargılarımızdan kurtulalım. Başlangıçta öyle olsa bile eğer tüm tiyatrolar aynı kuralı getirirse, veli de çocuk da bunu öğreneceklerdir. İkinci defa afişteki, ilandaki yaş grubuna bakmadan yola çıkmayacaktır. Hatta bir kez dönen çocuğa bu görevi verelim, çocuk asla unutmayacak, bir sonrakinde annesini takip edecek uyaracaktır / hatırlatacaktır. Ayrıca, + 3, + 5 dediğimiz oyunlarda büyükler sıkılıyorlarsa, lütfen oyunlarımıza bir daha bakalım. Eğer bir veli oyundan sıkılmışsa, dışarıda beklemeyi tercih etmişse, kötü bir oyun olduğu için dışarıdadır. Eğer bir çocuk kadar yetişkin de o oyundan zevk almışsa, o iyi bir oyundur.

Oluşturulan ışıklı yolda emekleyerek ilerleyen çocuğun, girdiği salonda flüt çalan bir oyuncu ve onunla arkadaşlık etmek isteyen, bunun için toplarla, balonlarla çeşitli numaralar yapan bir Jonglör düşünelim. Basit, estetik, hârika bir müzik, soft ışıklar… Mesaj kaygımız mı var, alın size mesaj: “Arkadaş olabilmek için biraz çaba göstermek gerekir” yeter, değil mi?

Konuşacak çok şey var. Sussam iyi olacak! Hepinize sevgilerimi yolluyorum.

30-31mayıs Kadıköy Belediyesi ve TEB’in ortak düzenlediği Çalıştay kapanış konuşması. 

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku