Yönetmen Mesut Arslan’la ‘‘Gece Sempozyumu’’ Oyunu Üstüne Röportaj

Neslihan Yalman

‘Nedir benim GERÇEK tiyatrom, onu arıyorum’’

Neslihan Yalman: ‘‘Gece Sempozyumu’’ oyununa geçmeden önce, Mesut Arslan’ı kendi cephesinden tanıyabilir miyiz?

Mesut Arslan: Hiç bilmiyorum ki? Bir homosapiens olarak, çok eskiden gelen genlerimde taşıdığım bir DNA olarak, üzerime yüklenen mitlerle bir kültür olarak, öğrendiğim/“eğitildiğim” metotlarla/kodlarla, hayallerimle, rüyalarımla, hayatta dokunabildiğim insanlarla, takvimlerin arısında var olduğum anlarda!!! Ben kim’im? Kim’in im? Kim ki yim? Kimi kiy im? Kimik iyim? Kimikiy im? Ben kendimi hayallerimde, hayallerimi sahnede arıyorum! Her şeyin üzerine koyulan iki yaşam var bu devirde: Biri sirküler, yani içgüdüsel/duygusal/arzusal; diğeri, lineer yani akılsal/düşünsel/organize olabilen… Ben bu ikisinin arasında duruyorum. Kendimi bulmanın ilk koşulu biçiminde de, anın içinde var olarak, yaşama farkındalığımı kaybetmemek için uğraşıyorum.

Neslihan Yalman: Neden bu oyunu seçme ihtiyacı hissettin? Oyunun yazarı Eric De Volder’den de biraz bahsedebilir misin? 

Mesut Arslan: Bir bilsem neden seçtiğimi… Büyük ihtimalle, yaşadığım zamanla, dokunduklarımla ilgisi var. Ben çok klasik bir tiyatro eğitiminden geliyorum. Benim tiyatro adına ilk öğrendiğim şey, tekstin merkezde elinde sopayla durduğu ve her şeyin sadece tekst-hikâye merkezli anlatıldığı bir ortam… Daha sonra sorduklarında fark ettim, düşünmeye başladım: “Senin tiyatron nedir Mesut? 

İlk öğrendiğim şeylerden biri de şuydu Belçika’da: İnsanın kendisine ait bir tiyatro düşüncesi/biçimi/yorumu/formu diye bir olasılık var. Ve bunu bana öğreten, oyunumu izleyen bir tiyatro programatoruydu. Evet, her gece oyundan oyuna giden ve belli bir tiyatro görüşü bulunup, bunu kendi kültür merkezinde seyircisiyle tanıştırmak isteyen biri… Görsel sanatta olduğu gibi bir tiyatro küratörü… Kor-oter diil yani!!! İstanbul’da mesela, dayanağı sadece sanata dayalı bir programatorumuz bile yok. 

Eric’ten bahsetmeden önce bunları belirtmeliydim. Eric De Volder böyle birisi ki, resim bölümünde, ama tiyatroya hayran… Daha sonra hayatına tiyatroyla devam ediyor. Jerzy Grotowski’nin öğrencisi oluyor, hayatı değişiyor. Gruba dair şeyler üretiyor, doğaçlamalar yapıyor, tabii metinlerini de yazıyor. Ardından, rejiye geçiyor. Onun rejilerini de kimse kolay kolay rejilemiyor; çünkü, tamamen kendine özgü bir stili var. Sahneyi boydan boya ressam gibi boyuyor işlerinde. Ama yazdığı tekstlerde de başka bir ritm mevcut… Gerçeğin dışında anlatılan felsefi bir gerçeklik var. Ben bunu sevdim sanırım onun metninde. Demek istediklerimi boyutlandırmış. Eric’i yok etmeden… Ben de ayrı bir boyut koymaya uğraşıyorum. Her şeyi dağıtmak, yeniden bir araya getirmek sonra, büyük dert… 

 

Neslihan Yalman: Oyunu nasıl tanımlarsın? Türkiye’de bu oyunu sahnelemek senin için ne ifade ediyor?

Mesut Arslan: Oyun tam anlamıyla, mesafeli/tarımsal, soğuk, batılı bir enstelasyon (yerleştirme) ile bir o kadar da sıcak, heyecanlı, duygulu bir orta oyunu arasında konumlanıyor bence. Çoğu performatif bir metin, içinde Akdenizlilik, Türkiyelilik de görülüyor sanki. İç dünyayla dış dünya arasındaki matriks (‘‘matrix’’) içinde sıkışan, sıkılan canları arıyor. Duyguyla düşünce iç içe geçiyor. Yargılamanın kolaylığını, sevdiğin şeyi sevgiden ötürü öldürebildiğini gösteriyor. Mutlu olamayan insanların, kimsenin mutluluğunu da istememesi gibi bir domuzluk söz konusu… Ya da yine susup, hiçbir şeyi görmeyip, domuzlar gibi eğlenmek bu yaşamda… Aşırı-vahşi-kapitalist ve acı hiyerarşilerin yayıldığı, hakkın-hukukun olmadığı Türkiye’de de bu domuzlardan çok var. O yüzden, ‘‘Gece Sempozyumu’’ oyunu… O yüzden, küçük bir kasaba yer alan malikânede geçen, iflas eden küçük bir aileyi anlatan tiyatro eseri, Türkiye’ye de dokunuyor. Orada kullandığım topaçlar mevcut… Topaç şirindir, izlemesi zevklidir, ama canımızı da acıtır çok yaklaşırsak. Oradaki insanlar da topaçlar gibiler… Sevilmeyi bilmedikleri için, sevmiyorlar da!

Neslihan Yalman: Oyunda güçlü semboller görülüyor. Bunları açabilme ihtimalin var mı? Üstte gösterilenle altta anlatılmak istenilen nasıl örtüşüyor?

Mesut Arslan: Oyunun rejisinde, İstanbul ayağındaki uğraşımız da dahil, sembollerle çok içli dışlı olmadık. Sürekli şunu söyleyelim, bu şunu temsil etsin misali bir derdimiz bulunmadı. Bir şey kendini anlatır zaten. Yahut, sahnede gösterir. Sembolden ziyade, başka algılarla oynamayı istiyorum. Görsellik, tasarım… Bugün ‘‘fast-forward’’ yaşamda neler oluyor, nasıl oluyor? Lineer dertlerle sirküler dertler birbirine giriyor birden. Mutluluğu planlayamıyor insan. İç dünyalarımız önemli hale geliyor, topaçlar gibi kendi içinde dönüyor, tahmin edilemiyor. 

Neslihan Yalman: Oyunda kullanılan tahta dekor, topaç şeklinde düzenekler, tepeden inen bir boru, yerdeki borular ve bunların arasında sürekli devinen oyuncular… ‘‘Gece Sempozyumu’’nu sahnelenme aşamasında nasıl bir çalışma sistemi yürüttün? Bu esnada, hangi disiplinlerden yararlandın? 

Mesut Arslan: Ben öyle bir disiplinden ya da birkaç disiplinden yararlanırız, sonra da onları yerlelerine koyarız diye düşünmüyorum hiçbir zaman. Disiplinleri atanom birer kültür parçası şeklinde okuyorum. Birer dil… Japonca bilen biri, Fransızca bilen biriyle zor iletişim kuruyor. Arapça bilen biri ya da nasıl anlaşabilir bir Finlandiyalı’yla? Söylenen, söylenmek istenen şey aynı olsa da, dil farklı… İşte bu noktada, farklı dilleri, evrensel düzeyde nerede konumlandırıp, birlikte anlatabiliriz diye kafa yoruyorum. Bu da bildiğinden, bildiklerinden öte, bilmediklerinden geçiyor. Çok-disiplinli, trans-disipliner bakmak hayli zor… O yüzden, işinin ehli isimlerle, ayrı düşünen ve aynı paydada buluşabilen görsel sanatçılarla, ses tasarımcılarıyla, ışık tasarımcılarıyla ortada buluşuyorum. İlk elde, dillerini hiç anlamasam da… 

Neslihan Yalman: Oyun bir anne, onun üç oğlu ve evin uşağı çevresinde dönüyor. İlk olarak, bu aile yapılanması Belçika’da neye tekabül ediyor, yazar neden böyle bir oyun yazmak istemiş olabilir? İkinci olarak, oyunu Türkiye açısından değerlendirirsek, Türk aile yapısıyla buradaki ailenin örtüşen ve ayrılan tarafları nelerdir? ‘‘Gece Sempozyumu’’ evrensel düzeyde bize nereden sesleniyor?  

Mesut Arslan: Eric’in her şeyi bilinçli yazdığını hiç düşünmüyorum. Yazılanların çoğu bilinçdışından çıkıp geliyor. Belçikalılar’ın tipik ‘Flaman Çamuru’ diyebileceğimiz bir oyun bu… İçindekileri gizleyen, dışa atamayan, soğuk, mesafeli, kanlı… Sevginin dilinin yer almadığı, sevginin bulunmadığı, paranın, tüketimin, insanın çiğ içgüdülerinin/ihtiyaçlarının bulunduğu… Zevklerin herkesi tek-tipleştirip, umarsız hale soktuğu… 

Bize uzak bir mesele değil, anlatılan. Küçük Amerika kıvamındaki Türkiye’de de, ikiyüzlülük, sevgisizlik, kurnazlık, çıkar ilişkileri, cinsel açlık, entrikalar, çıkarlar yer alıyor. Sol burjuvalarımızdan sağ burjuvalarımıza varana değin; domuzlar, hepsi gaddar domuzlar!

Neslihan Yalman: Sence, seyirci açısından ‘‘Gece Sempozyumu’’ nerede duruyor?

Mesut Arslan: Oyunlarımda seyirciyi harekete geçirmek istiyorum. Onları, o dördüncü duvar konforundan çıkarmaya çalışıyorum. Fazlasıyla katılımcılık sağlasınlar istiyorum. Ben tiyatronun Antik Yunan’da, amfide ya da İngiltere’deki sahnelerde icat edildiğine inanmıyorum. Çerçeve sahne yok. Bana göre, insanlık tarihinin varoluşundan beri –hatta, ateşin bulunuşundan itibaren- etrafta tiyatro… Ateşe doğru toplanan insanların, doğumda, ölümde, düğünlerde, düğünde, savaşta, tanrılarına yaptıkları ritüellerde vardı tiyatro. Trans-disiplinerdi; metin vardı, ses vardı, dans vardı, müzik vardı, heykel vardı, makyaj vardı, trajedi vardı, komedi vardı. Ama perde yoktu, çok da gerekli değildi mesela! 

Neslihan Yalman: Son olarak, Mesut Arslan hakkında insanlara açılım sağlamak adına bir soruyla röportajı bitirmek istiyorum. Arslan tiyatroyu nasıl tanımlıyor? 

Mesut Arslan: İnan, tam kapsamıyla bilmiyorum. Tam da bu yüzden, tiyatro yapıyorum sanırım. Yaptıkça yaptığımı içinde anlıyorum. Bir sonraki yapacağımda yeniden keşfediyorum. Kendimi anlamaya başlayınca, dünyayı da anlamaya başlıyorum. Bütün stiller, bütün buluşlar, bütün anlatılar bir yanda dursun demiyorum, ama ‘‘nedir benim gerçek tiyatrom, onu arıyorum’’. İyi bir tiyatro yapmak için, her şeyi bilmem gerek… Bir o kadar da, her şeyi unutmam gerek… Anın içinde deviniyorum. Tanım arıyorum, yenisi çıkıyor. Ateşin ekseninde dönüyorum; heykel, ses, metin, makyaj, maske, dans, resim, müzik… Gidip insanların arasında yaşamam lazım… Şöyle birkaç bin yıl, belki uzay yılı… 

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku